- Bu karmaşanın sebebi, Ardi ekibindeki, bonobolara yaraşacak Owen Lovejoy (Hazsever) adıyla kutsanmış olan bilim insanının kıyaslamayı şempanzeden başka bir türle yapmayı akıl edememesiydi. Ardi'nin fiziğinin, şempanze benzeri bir atadan gelemeyecek kadar farklı olduğu sonucuna varmıştı. İyi de yaşayan bir maymunu başlangıç noktası olarak almanın ne alemi var? Şu anda dünya üzerinde olan maymunların da, biz onlardan ayrıldığımızdan beri en az bizim kadar değişecek zamanı vardı. İnsanlar genelde biz evrimleşirken maymunların oturdukları yerde oturduklarını zannediyorlar ama genetik veriler şempanzelerin aslında bizden daha fazla değiştiğini gösteriyor. Son ortak atamızın nasıl göründüğünü bilmiyoruz. Yağmur ormanı fosil oluşmasına izin vermiyor (bütün her şey o noktaya gelemeden çürüyor); bu yüzden de erken maymun fosillerine sahip değiliz. Yine de atamızın bildiğimiz maymun tanımına uyacağına emin olabiliriz: ayaklarıyla tutunabilen, iri, kuyruksuz, düz göğüslü bir primat. Bu nedenle de maymundan geldiğimizi ama şu anda var olan herhangi bir maymundan gelmediğimizi söylemek gayet meşru. (...) Ya şempanze benzeri öfkeli bir atadan değil de, bonobo benzeri iyi huylu, empatik bir maymundan gelmişsek? Bonobonun vücut oranları -uzun bacakları, dar omuzları- Ardi'nin tasvirine mükemmelen uyuyor, tıpkı küçük köpek dişleri gibi. Bonobo niçin görmezden gelindi? Ya şempanze, atalarımızın prototipi olmak yerine aslında barışçı bir soyun, şiddet eğilimli AYKIRI ÜYESİ ise? Ardi bize bir şey anlatıyor; anlattıkları konusunda pek fikir birliği olmasa da, bundan önceki senaryolara eşlik eden savaş davullarının sustuğunu duymak ferahlatıcı.
- Colbert benden, şempanzelerle bonoboları kıyaslamamı istedi. Ben bonoboların davranışlarını anlatırken tiksinmiş gibi yüzünü buruşturdu durdu: Belli ki onun için fazla barışçı ve seksiydiler ("Tann'nın uygun gördüğü, standart, dümdüz sekse ne olmuş?"). Ama ben onun nizam-intizam karakterine mükemmelen uyan şempanzeleri anlatırken takdirle başını salladı. (...) Şempanzeseverler ve bonoboseverler olarak ikiye ayrılmış bir dünyada, Stephen muzunu soymaya başladığında hepimiz kahkahaları koyverdik.
- Çoğu şempanze cinayetinin sınır kavgaları sırasında işlendiği gözlenmiştir, oysa bonobolar sınırlarda sevişir. Komşularına karşı dostça davranmayabilirler ama bir kavga başladıktan kısa süre sonra dişilerin, erkeklerle çiftleşmek ya da başka dişilerin üzerine çıkmak için karşı tarafa koştuğu görülmüştür. Aynı anda hem sevişmek hem de savaşmak mümkün olmadığından sahne hızla sosyalleşmeye döner. Farklı gruplardan yetişkinlerin birbirini tımar etmesi ve çocukların birlikte oynamasıyla sonuçlanır. (...) Kinşasa yakınlarında bir koruma alanında, biraz hareketlilik olsun diye, birbirinden ayrı yaşayan iki bonobo grubu karşılaştırılmaya karar verilmişti kısa süre önce. Hiç kimse böyle bir şeyi şempanzelerle yapmayı hayal bile edemezdi çünkü yegane sonuç şiddet olurdu. Hayvanat bahçelerinde, birbirine yabancı şempanzelerin, tanışana kadar her ne pahasına olursa olsun ayrı tutulması gerektiği iyi bilinir, yoksa ortalık kan gölüne döner. Halbuki koruma alanındaki bonobolar serbestçe birbirine karışmış ve orjiye başlamışlardı. (...) Öğrenciyken, şimdi kapanmış olan Hollanda hayvanat bahçesine gitmiş, o zaman "pigme şempanze" denilen bonoboları görmüştüm. Bu türü ilk görüşümdü. Davranış, tavır ve görüntüleri şempanzelerden o kadar farklıydı ki şaşırmıştım. Şempanzeler kas geliştirmiş badicilere, bu maymunlarsa entelektüele benziyordu. İnce boyunları, piyanist parmaklarıyla jimnastik salonundan ziyade kütüphaneye yaraşır bir halleri vardı. (...) İnsanların "ebediyen-genç" bir primat olarak görülmesi gibi bonobolar da şempanzelerin olgunlaşmamış bir hali gibi görülür. Neoteni, yani çocukluk özelliklerinin yetişkinlikte de korunması türümüzün alamet-i farikasıdır. Oyunculuk, merak, yaratıcılık ve insanın yaratıcı cinselliği gibi alanlarda neoteniye rastlanır.
- Maymun akrabalarımızla neleri paylaştığımıza bakacak olursak, en kolay kıyaslama erkek şempanzelerle insanlar arasında yapılabilir. Erkek şempanzeler birlikte avlanır, siyasi rakiplere karşı birleşir ve düşmanlık yapan komşulara karşı bölgelerini birlikte korurlar; aynı zamanda mevki için çekişir ve dişiler için rekabet ederler. Bağlanma ve rekabet arasındaki bu gerilim, spor takımları ve şirketlerdeki insan erkeklerinin iyi bildiği bir şeydir. Erkekler, takımlarının mağlup olmasını engellemek için birbirlerine ihtiyaç duyduklarında birbirleriyle yoğun rekabete girerler. Dilbilimci Deborah Tannen, "You Just Don't Understand" (Anlamıyorsun) kitabında, erkeklerin çatışmayı mevki müzakeresi için kullandıklarını, arkadaşlarıyla çekişmekten hoşlandıklarını yazmış. İşler fazla kızıştığında ya bir şaka ya da özürle durumu toparlıyorlar. Mesela işadamları, bir toplantıda dayılanıp bağırsalar da, tuvalet molası verildiğinde şakalaşıp gülüşerek ortamı yumuşatabiliyorlar. Çatışmayla işbirliği arasındaki bulanık çizgi (bir arkadaşla bir rakibi bambaşka iki şey olarak gören) kadınlar tarafından her zaman pek iyi anlaşılmaz ama altı erkek çocuktan oluşan bir ailede büyüdüğüm için bana çok doğal gelir. Şempanzelerin kavgalardan sonra nasıl barıştığıyla ilgilenmemin sebebi de, kısmen saldırganlığı özü itibariyle kötü bir şey olarak görmeyi reddetmemdir. Ancak çalışmalarımın başlangıcında hakim olan bakış açısı buydu. Saldırgan davranışlara eskiden "asosyal" bile denirdi. Ben buna anlam veremezdim. Anlaşmazlık ve kavgayı, ilişkiyi müzakere etmenin bir yolu olarak görürdüm ve ancak hiçbir ketleme olmadığında ya da sonrasında telafi gayreti olmadığında yıkıcı bulurdum. Şempanze erkekleri genelde iyi geçinir ve en büyük rakipleriyle bile birbirlerini uzun uzun tımar ederek gerilimi azaltmada dişilerden çok daha etkilidirler.
- Bonoboların son derece empatik olduğunu düşünüyorum, şempanzelerden çok daha fazla. Bir bonobo en küçük bir yara bile alsa, incelemek, yalamak ya da tımar etmek için etrafını hemen başkaları sarar. Robert Yerkes, "Almost Human" kitabında, bonobosunun ağır hasta bir arkadaşına nasıl baktığım anlatmış, bütün ayrıntıları verecek olsa "bir maymunu idealize etmekle" suçlanacağını söylemiştir. Bonoboların beyninin bu duyarlılığı nasıl yansıttığını daha yenilerde öğrendik. İlk ipucu, özfarkındalık, empati, mizah duygusu, özdenetim ve başka güçlü insani özelliklerle ilintili olduğu düşünülen iğ hücre (Von Economo Nöronları ya da VEN hücreleri diye de bilinir) denilen özel bir nöron türünden geldi. Başlangıçta bu nöronların sadece insanlarda olduğu sanılıyordu ama bilimin her zamanki işleyişini takip ederek, sonradan bonobolar dahil başka maymunların beyinlerinde de bulundu. Sonra şempanze ve bonoboların belli beyin bölgelerini kıyaslayan bir araştırma yapıldı. Amigdala ve ön insula gibi başkalarının üzüntüsünü algılamakla ilgili bölümler bonoboda çok gelişmiş. Ayrıca bonobonun beyninde saldırgan güdüleri denetlemeye yarayan, gelişkin yollar da var. Bu nörolojik farkları kaydeden James Rilling ve mesai arkadaşları, bonoboların empatik beyinleri olduğu sonucuna varmışlar.
- Fransızlar, hem alternatif hayat tarzları yüzünden hem de batıya akan Kongo Nehri'nin güney kıyısında yaşadıkları için onlara "Sol Kıyı şempanzeleri" derler. Bu görkemli nehir, onları kuzeydeki şempanze ve gorillerden ayırır. Yine de bu maymunların her ikisiyle de ortak bir ataları vardır ve şempanzelerle paylaştıkları ata iki milyon yıl öncesine kadar hayatta kalmıştır. Bu atanın bonoboya mı yoksa şempanzeye mi benzediği sorusu büyük ödülü hak eder. Başka bir deyişle, bu iki maymundan hangisi daha orijinaldir, hepimizin türediği maymuna, görünüm ve davranış itibariyle hangisi daha yakındır? (...) Şu an için, biz ortak atamızdan ayrıldıktan çok sonra birbirlerinden ayrıldıkları için, bonobolarla şempanzelerin bize aynı ölçüde yakın olduğunu düşünmek uygun olacaktır. Yaygın kabul gören değerlendirmeye göre DNA'mızın %98,8'ini onlarla paylaşıyoruz ama bu rakamın "sadece" %95 olduğunu belirten ölçümler de var. Bonobo genomuna dair yakın tarihli yayınlar, hem bonobolarla ortak bazı genlerimizin şempanzelerde, hem de şempanzelerle ortak bazı genlerimizin de bonobolarda bulunmadığını doğruluyor. Daha kesin DNA karşılaştırmaları için biraz daha beklemek durumundayız, yine de insan evriminin tarihi bakımından sadece şempanzelerin önemli olduğu yolundaki argümanın şimdiden dayanağını kaybettiği açık. Bu bakımdan bonobalar da şempanzeler kadar önemli. Türümüzün bu iki maymunla da ortak özellikleri var; daha önce de söylediğimiz gibi, "çift kutuplu maymunlarız" biz. İyi günümüzde bonobolar kadar iyi, kötü günümüzde şempanzeler kadar mütehakkim ve sert olabiliyoruz.
- Katolik inancı ben çocukken çok önemliydi. Bizi nehirlerin yukarısındaki Protestanlardan ayırır, bize kimliğimizi verirdi. Her pazar sabahı en güzel giysilerimizle kiliseye gider, okulda ilmihal eğitimi görür, ilahi söyler, dua eder, günah çıkarırdık. Her türlü dini durumda ya piskopos ya vekili mevcut bulunur, kutsal su serperdi (biz çocuklar da evde tuvalet fırçasıyla onu taklit ederdik). Ciddi ciddi Katoliktik. Ama artık Katolik değilim. Dindar olsun olmasın bütün insanlarla ilişkilerimde, neye inandıklarına değil ne kadar dogmatik olduklarına bakarak kesin bir sınır çiziyorum. Dogmatizm bana dinden daha tehlikeli görünüyor. İnsanların neden dinden çıktıkları halde, zaman zaman onunla ilintilendirilen at gözlüklerini takmaya devam ettiklerini çok merak ederim. Günümüz "neo-ateistleri" niçin medyada gösteriler yapacak, inanç yokluklarını duyuran tişörtler giyecek ya da militan bir ateizm için çağrıda bulunacak kadar saplantı haline getirirler Tanrı'nın var olmayışını? Ateizm, uğruna savaşmaya değecek ne sunuyor? Bir filozofun dediği gibi, militan bir ateist olmak "öfkeyle uyumak gibi". (...) Kuzeyli Kalvinist bir Hollandalı kadınla evlenen, Hintli bir Hindu'nun hikayesini açıklıyor bu. Kadının ailesi Hindu'nun ne olduğunu bilmiyormuş ama yeni damatları en azından Katolik olmadığı için ferahlamışlar. Onlar için birden fazla ilaha tapmak, kapı komşusu dinin zındık ve günahkar alışkanlıkları yanında solda sıfır kalırdı.
- Muhtemelen insanın geride bıraktığı din, kucakladığı ateizmin tarzını da belirliyor. (...) Aktivist ateizmin bir travmayı yansıttığı tezimi günün birinde sınamama yardımcı olabilir. İnsanın dini geçmişi ne kadar katıysa, ona karşı koyma, eski emniyetin yerine yenisini koyma ihtiyacı da o kadar büyük olur. (...) Böylesi karşılaşmalardan benim anladığım, inananlar kendi inançlarını savunmak için her şeyi söyleyebiliyor ve de bazı ateistler evanjelikleşebiliyor. Birincisi yeni bir şey değil ama ateist gayreti beni şaşırtmaya devam ediyor. İnsanın içinde sakinleştirilmesi gereken iblisler yoksa neden "öfkeyle uyumalı"? İtfaiyecilerin zaman zaman gizli kundakçı olması, homofobiklerin gizli eşcinsel olması gibi, acaba bazı ateistler gizliden gizliye dinin mutlaklığını mı özlüyor?
- Dinlerin neden inananları kendi saflarına çekmek istedikleri aşikar. Ne kadar çok insan onlara katılırsa, o kadar ihya olan, maddi çıkar sahibi büyük örgütler bunlar. Puebla'da gördüğüm türden katedraller yapıyorlar. 23,5 ayar altın varak kaplı duvarlarıyla Capilla del Rosario gibi şapeller inşa ediyorlar. Hayatımda böyle insanı adeta kör edecek kadar süslenmiş bir iç mekan görmedim, muhtemelen yoksul Meksikalı çiftçilerin nesiller boyu verdiği bağışlarla yapılmıştı. İyi de ateistler niye mesihliğe soyunuyor? Neden bir dini bir diğerine tercih ediyorlar? Mesela Harris, hınçla İslamın en kolay itiraz edilebilecek taraflarını kötülüyor ve bu dini Batı'nın en büyük düşmanı ilan ediyor. Ortaya bir-iki burka fotoğrafı atıp, biraz da kadın sünnetinden (bilhassa da infibülasyondan) bahsettiniz mi kim dinden duyduğunuz tiksintiye karşı koyabilir? Bunlar herkes gibi benim de hoşuma gitmiyor ama Harris'in maksadı dinin ahlak getirmediğini göstermekse neden İslam'ı seçiyor? Genital sakatlama, yeni doğmuş bebeklerin kendi rızaları dışında rutin olarak sünnet edildiği ABD'de de yaygın değil mi?
- Evrim konusunda da dini kuvvetli bir karşıt olarak gösterme eğilimi vardır; halbuki Roma Katolik Kilisesi, Darwin'in kuramını asla resmi olarak kınamamış, eserlerini Index'e (yasak kitaplar listesi) katmamıştır. Vatikan kısa süre önce, evrimin Hıristiyan inancına uygun, geçerli bir kuram olduğunu ilan etmiştir. Bunun için biraz geciktiklerini kabul etmek lazım ama evrime karşı direncin neredeyse tümüyle Amerika'nın güneyi ve orta batısındaki evanjelik Protestanlarla sınırlı kaldığını bilmek güzel. (...) Bilimle din arasındaki bağ daima karmaşık olmuş, hem çatışma, hem karşılıklı saygı, hem de Kilisenin bilimleri himaye etmesini içermiştir. Bilimin temel aldığı kitapları ilk kopyalayanlar hahamlar ve rahiplerdi ve ilk üniversiteler katedral ve manastır okullarından gelişmişti. (...) Dogmacılar davullarına öyle hızlı vuruyorlar ki birbirlerini işitemiyorlar. Öte taraftan izleyicileri, tekrar tekrar aynı düşmanları karşı karşıya getiren, gezici hisseli harikalar kumpanyası gösterilerinin farkında değiller. Puebla'da yegane makul ses Dan Dennett'ten yükseldi; dinden menfur bir şey gibi değil, insan toplumunun hatta doğasının parçası olarak incelenmesi gereken bir olgu olarak bahsetti. Dinin insan yapısı olduğu besbelli, bu yüzden de bize ne faydası olduğunu araştırmak durumundayız.