- Besbelli ki bir cemaat hissini açığa çıkaran en büyük güç, dışardakilere duyulan husumettir. Normalde çatışmalı olan unsurları birlik olmaya zorlar. Hayvanat bahçesinde görülmeyebilir ama doğadaki şempanzeler için önemli bir etkendir. Bizim türümüzde, düşmanlara karşı birleşileceği kesindir. Bu yüzden de dünya barışı için en büyük garantinin "uzaylı düşmanlar" olduğu sık sık söylenir. Nihayet Orwellci "savaş barıştır" retoriğini uygulamaya koyabiliriz. İnsan evrimi sırasında dış-gruba duyulan düşmanlık iç-grup dayanışmasını teşvik etmiş, hatta buradan ahlak ortaya çıkmıştır. Maymunlar gibi sadece kendi çevremizdeki ilişkileri iyileştirmek yerine, cemaatin değerine ve bireysel çıkarlara üstün olması gerektiğine dair kapsamlı öğretiler geliştirmişizdir. En asil kazanımımızın -ahlakın- en bayağı davranışımızla -savaşla- evrimsel bağları olmasında derin bir ironi vardır. Birincisi için gerekli olan cemaat hissini, ikincisi temin eder. Birbiriyle çatışan bireysel çıkarlarla ortak çıkarlar arasındaki kritik noktayı aştığımızda herkesin ortak refaha katkıda bulunması için toplum baskısını icat ettik. Toplum için doğru olanı teşvik etmek, yanlış olanı bastırmak için bir onay ve ceza yapısı geliştirdik - suçluluk duygusu ve utanç gibi içselleştirilmiş cezalar da dahil buna. Ahlak, toplum dokusunu güçlendirmek için başlıca aracımız oldu. (...) Ahlakın temellerini hissiyatta gördükten sonra, evrimleşmesi konusunda Darwin ve Westermarck'a katılmak ve kültürle dinin cevap olduğunu düşünenlere katılmamak kolaydır. Modern dinler sadece birkaç bin seneliktir. Dinler çıkmadan önce insan psikolojisinin kökten bir farklılık gösterdiğini düşünmek zordur. Elbette din ve kültürün de oynayacak rolleri vardır ama ahlakın temel taşları kesinlikle insan öncesi dönemden kalmadır. Bunları primat akrabalarımızda görürüz. Bonobolarda empati, şempanzelerdeyse karşılıklılık çok barizdir. Ahlaki kurallar bize, bu eğilimleri ne zaman ve nasıl uygulayacağımızı söyler ama eğilimlerin kendisi ezelden beri mevcuttur.
- İnsanlar genelde, doğada zayıflığın otomatikman elenme anlamına geldiğini düşünür -"orman kanunu" denen ilke- ama gerçekte sosyal hayvanlar arasında bolca hoşgörü ve destek vardır. Yoksa birlikte yaşamanın ne manası olurdu? Kendi aralarında doğmuş zihinsel özürlü bir yavru olan Azalea'yı kabullenen bir grup rhesus makağıyla çalışmıştım. Azalea'nın kromozomlarından biri üçlü olduğundan durumu insanlardaki Down sendromunu hatırlatıyordu. Rhesus şebekleri normalde katı toplum kurallarına uymayan herkesi cezalandırır ama Azalea, alfa erkeğini tehdit etmek gibi en ciddi patavatsızlıklardan bile yakayı kurtarabiliyordu. Yapacakları hiçbir şeyin onun yetersizliğini değiştirmeyeceğini hepsi anlamış gibiydi. (...) En iyi uyum sağlayanın hayatta kalması ilkesi işte buraya kadar. Ondan da bol bol var elbette ama akrabalarımızın hayatını karikatürize etmenin de alemi yok. Primatlar birbirlerinin varlığından büyük mutluluk duyar.
- Rekabet ve işbirliği gibi, bencillik ve sosyallik gibi, çekişme ve uyum gibi birbiriyle çelişen toplumsal eğilimler için de geçerlidir bu. Herkes belli bir ortalama etrafında dengelenmiştir. Bencillik kaçınılmaz ve gereklidir ama bir noktaya kadar. İnsan doğasına Janus başı derken kastettiğim buydu: Kendi çıkarlarımızı düşünme ve iyi geçinme ihtiyacı gibi karşıt güçlerin ürünüyüz. Benim ikinciyi daha fazla vurgulamamın sebebi, geleneksel olarak hep birincinin vurgulanması. İkisi de birbiriyle yakinen bağlantılı ve hayatta kalmaya katkıları var. Bir kavgadan sonra uzlaşmak gibi barışı mümkün kılan özellikler bile çatışmanın yokluğunda asla gelişemezlerdi. İki kutuplu bir dünyada her özellik zıttına işaret eder. (...) İnsan doğası da esasen çokboyutludur ve aynı şey şempanze ve bonobo doğası için de geçerlidir. Şempanzelerin doğası daha şiddete meyilli, bonobolarınki daha barışçıl olsa da şempanzeler çatışma çözebilir, bonobolar da rekabet edebilir. Aslında şempanzelerin bariz şiddet eğilimi düşünüldüğünde barışmayı bilmeleri daha da etkileyicidir. İki maymun da her iki eğilimi birden taşır ama farklı bir dengeye ulaşmışlardır. Hem şempanzelere nazaran daha sistematik bir gaddarlığımız olduğundan hem de bonobolara nazaran daha empatik olduğumuzdan, en iki kutuplu maymun biziz. Toplumlarımız asla tümüyle barışçıl, tümüyle rekabetçi değildir, safi bencillikle ya da mükemmel bir ahlakla yönetilmezler. Doğada saf durumlar yoktur. İnsan toplumu için doğru olan insan doğası için de doğrudur. Hem iyilik hem zalimlik, hem asalet hem bayağılık bir arada olabilir -bazen aynı insanda. Çelişkilerle doluyuzdur ama çoğu ehlileşmiştir.
- Doğuştan gelen temayüllerimiz olduğu inkar edilemez, yine de ben doğamızın genetik programlarını uygulayan kör aktörler olduğumuzu düşünmüyorum. Sahnede doğaçlama yapan birilerine esnek bir biçimde uyum sağlayarak doğaçlama yaptığımızı, bu arada genlerimizden ipuçları ve öneriler aldığımızı düşünüyorum. Aynısı diğer primatlar için de geçerli. (...) Kısa süre önce, genç şempanzelerin en çok ne zaman güldüğünü görmek için aralarında yaptıkları yüzlerce güreş müsabakasının kayıtlarına baktık. Oyun oynayan maymunlar, ağızlarını insan gülüşüne benzeyen bir ifadeyle açarlar. Özellikle aralarında yaş farkı olan gençlerle ilgileniyorduk, çünkü onların oyunları sık sık sertleşir. Böyle bir şey olduğu anda küçük olanın annesi devreye girer, hatta bazen oyun arkadaşının kafasına bir tane patlatır. Tabii ki büyük olan şempanze bundan kaçınmaya çalışır. Kendilerinden küçüklerle oynayan gençlerin, yavrunun annesi seyrettiğinde bol bol güldüğünü gözlemledik. "Bak nasıl da eğleniyoruz!" der gibilerdi. Kendilerini yavruyla yalnız bulduklarında çok daha az gülüyorlardı. Yani bu davranışları, annenin onları görüp görmediğine bağlıydı. Annenin gözü önündeyken, yalnız bırakılabilmek için neşeli bir ruh hali sergiliyorlardı. (...) Oyun sırasındaki ya da siyasi rakipler arasındaki kandırmacalar, hayvanların kör aktörler olduğu teorisine pek itimat etmememin sebeplerinden biri. Ne zaman topallayacakları, ne zaman gülecekleri konusunda genetik olarak programlanmak yerine, maymunlar sosyal çevrelerinin çok iyi farkındalar. İnsanlar gibi önlerindeki pek çok seçeneği düşünüyorlar ve ne yapacakIarına, o anki koşullara göre karar veriyorlar.
- İyi beslenme ve modern tıp, insan evrimini yönlendiren elenme baskısını ortadan kaldırdı. Mesela kadınlarla bebekler, eskiden doğum sırasında ciddi risk altındaydı. Bunun suçlusu kısmen, aşırı büyük kafamıza göre dar olan doğum kanalıydı ve kanalı geniş tutma yolunda sürekli bir evrim baskısı vardı. Sezaryen bu durumu değiştirdi. ABD'de doğumların %26'sı sezaryenle yapılıyor; hatta Brezilya'da bazı özel kliniklerde bu oran %90'ı buluyor. Dar doğum kanalı olan daha fazla sayıda kadın hayatta kalıyor, bu da birkaç nesil önce ölüm sebebi olan bir özelliğin aktarılması demek. (...) Maymunlar halen gerçek baskılara maruz olduğu halde maymun evriminin sürüp sürmeyeceği de net değil. Onların sorunu aşırı baskı altında olmaları, neredeyse hiç şansları yok: Yok olmanın eşiğinde oyalanıyorlar. Senelerce, dünyadaki geniş yağmur ormanı alanlarını düşünerek, daima bize eşlik edecek maymunlar olacağı fikrini korudum. Ama artık karamsarlaştım. Topyekun habitat yıkımları, büyük yangınlar, kaçak avcılık, orman et ticareti (Afrika'daki insanlar maymun yer) ve son zamanlarda maymun nüfusunu kırıp geçiren Ebola virüsü yüzünden doğada iki yüz bin kadar şempanze, yüz bin goril, yirmi bin bonobo ve bir o kadar da orangutan kaldı. Bu kulağa çok fazla geliyorsa bir de düşmanla -insanlarla- kıyaslayın, altı milyar. Adaletsiz bir savaş ve 2040 yılına gelindiğinde, bütün maymun habitatlarının yok olacağı tahmin ediliyor. Neredeyse bütün genlerimizi paylaşan, bizden sadece bir parçacık farklı hayvanları bile koruyamazsak, biz insanlar pek zavallı olacağız. Onların yok olmasına izin vereceksek bırakalım her şey yok olsun ve dünyadaki yegane zeki canlı türü olduğumuz fikri de kendi kendini doğrulayan bir kehanete dönüşsün.
- Bonoboyu bize bağlayan bir diğer ilginç özellik de "daima genç" bir primat olması. Buna "neoteni" tezi deniyor. Hollandalı bir anatomistin 1926'da Homo sapiens'in, cinsel olgunluğa ulaşmış bir primat fetüsüne benzediği iddiasından beri türümüze uygulanıyor. Stephen Jay Gould, küçüklük özelliklerinin korunmasını, insan evriminin alameti farikası kabul etmişti. Bonoboları bilmiyordu. Bonobo yetişkinleri, şempanze yavrularının küçük, yuvarlak kafatasını ve şempanzeleıin beş yaşından sonra kaybettiği beyaz kuyruk tutamlarını korur. Yetişkin bonoboların sesi, bebek şempanzelerinki kadar tizdir ve hayat boyu oyuncu kalırlar; hatta dişilerin öne yönelik vulvası bile neotenik kabul edilir. Bizim türümüzde de mevcut bir özelliktir bu. İnsan neotenisi, çıplak tenimizde ve özellikle şişkin kafatasımızla düz yüzümüzde kendini gösterir. İnsan yetişkinleri, çok küçük maymunlara benzer. Hilkatın kralı gelişiminin bir noktasında tıkanmış mıdır? Bir tür olarak başarımızın, genç memelilerin yaratıcılığını ve merakını yetişkinliğe taşımaya bağlı olduğuna şüphe yok. Homo ludens, yani oyuncu maymun adı verilmiştir bize. Ölene kadar oyunlar oynarız, dans ederiz, şarkı söyleriz, kurgudışı şeyler okuyarak ya da üniversitede ek dersler alarak bilgimizi artırırız. Yüreğimizin genç kalmasına çok ihtiyaç duyarız. İnsanlık, biyolojik evrimin devam edeceğine umut bağlayamayacağına göre varolan mirasını geliştirmek durumundadır. Gevşek bir programımız olduğundan ve evrimin gençlik iksirini içtiğimizden, bu miras zengin, çeşitli ve esnektir.
- Komşusuna üzüm verildiği anda bir maymunun salatalığı reddettiğini ispat ettikten sonra, gazeteler bulgularımızı daha eşitlikçi bir toplum çağrısı yapmak için kullandılar. "Maymunlar adaletsiz muameleden nefret ediyorsa biz neden etmeyelim?" diye soruyordu bir köşe yazarı. Bu yazı ilginç tepkileri tetikledi; bizi komünistlikle suçlayan e-postalar gibi. Yazar, görünüşe göre adaletle pek işi olmayan kapitalizmi yermeye çalıştığımızı hissetmişti. Ancak gözünden kaçan, bizim maymunların tepkilerinin, serbest piyasayla paralel oluşuydu. Kendi aldığın şeyi başkasının aldığıyla kıyaslamaktan ve fıyat farklıysa şikayet etmekten daha kapitalist ne olabilir? (...) 1879'da Amerikalı iktisatçı Francis Walker, bu meslek erbabının "gerçek insanlar arasında neden kötü tanındığını" açıklamaya çalışmıştı. İnsan davranışının neden iktisat teorisiyle örtüşmediğini anlayamamakla suçlamıştı onları. Her zaman iktisatçıların bizden beklediği şekilde hareket etmeyiz, bunun sebebi de iktisatçıların sandığından daha az bencil ve daha az rasyonel olmamızdır. iktisatçılar, insan doğasının karton bir maketine şartlanır ve bunun doğruluğuna o kadar inanırlar ki, zamanla kendi davranışları ona benzemeye başlar. Psikoloji testleri, iktisat son sınıfta okuyan öğrencilerin, ortalama üniversite öğrencilerine göre daha bencil olduğunu ortaya çıkarmıştır. Her derste kapitalist özçıkar modeline maruz kalan öğrencilerin, en baştaki prososyal eğilimleri de ölüp gidiyor anlaşılan. Başkalarına güvenmeyi bırakıyorlar ve bunun karşılığında başkaları da onlara güvenmez oluyor. Kötü tanınmaları da buradan geliyor. (...) Sosyal memeliler, aksine, güven, sadakat ve dayanışma nedir bilir. Ta'i Milli Parkı'ndaki şempanzeler gibi, şanssızları geride bırakmazlar. Dahası olası çıkarcılarla baş etme yöntemleri vardır, kendileriyle işbirliği yapmayanlarla işbirliği yapmamak gibi. Karşılıklılık, pek çok iktisatçının imkansız bulduğu bir destek sistemini inşa etmelerine imkan sağlar. Yakın akrabalarımızın grup hayatında, hem kapitalizmin rekabetçi ruhunu hem de çok iyi gelişmiş bir cemaat ruhunu görmek zor değildir. Bu yüzden de bize en uygun siyasi sistemin bu ikisini dengelemesi gerekir. (...) Toplumlarımız, atalarımızın küçük ölçekli cemaatlerini olabildiğince taklit ettiklerinde, muhtemelen daha iyi işleyeceklerdir. Gittiğimiz her yerde yabancılarla burun buruna geldiğimiz, karanlık sokaklarda onlar tarafından tehdit edildiğimiz, otobüste yanlarına oturduğumuz, trafikte hareket çektiğimiz milyonluk şehirlerde yaşamak üzere evrimleşmediğimiz kesin. Birbirine bağlı cemaatlerde yaşayan bonobolar gibi bizim atalarımız da tanıdıkları ve her gün karşılaştıkları insanlarla çevriliydi. Toplumlarımızın bu haliyle de düzenli, üretken ve görece emniyetli olması kayda değer. Ama şehir planlamacıları, herkesin her çocuğun adını ve adresini bildiği eski hayat tarzına daha yakın planlar yapabilir, yapmalıdır da.