- Dini eleştirmek kolay, diyor Kitcher ama ateist harekete katılmak isteyen ve düşünmeyi bilen her insan onun neye karşı olduğunu değil neden yana olduğunu bilmek isteyecektir. (...) yakınlarda yapılan bir araştırma inananlarla inanmayanların başkalarına neden yardım ettiklerini kıyaslamış. İnanmayanların başkalarının durumlarına karşı daha duyarlı olduğu, özgeciliklerinin merhamet duygusundan kaynaklandığı ortaya çıkmış. İnanlarsa daha ziyade vazife duygusuyla ve dinlerinin onlara buyurduğu davranış kalıplarıyla harekete geçiyorlarmış. Sonuçta ortaya çıkan davranış aynı olsa da sebepleri farklı görünüyor. Besbelli iyilik yapmak için pek çok sebep var ve din bunlardan yalnızca bir tanesi.
- Şöyle bir düşünce var: Bizimki gibi büyük ölçekli toplumlarda, daha yüksek seviyede işbirliği sağlamak için -hayali ya da gerçek- bir gözetmene ihtiyaç duyuluyor. Sorumlusu belli olmayan bir kitlede beleşçilik çok daha kolay. Bu çalışmanın katılımcıları muhtemelen kafalarında onları seyreden, iyiliği takdir eden, hileciliğe kızan bir Tanrı imgesi yarattılar. "Gözetlenen insanlar iyi insanlardır," diye açıkladı Ara. Dini bütün Hıristiyanlardaki "pazar etkisi"ni de açıklayabilir bu; onlar da pazar günleri iyi işler için daha fazla para bağışlar ve internette daha az porno izlerler. Doğaüstü bir gözetmene sahip olmak biraz yeni bir olgu çünkü tarihöncesinde buna pek ihtiyaç duymamışız. Primat gruplarına benzeyen küçük gruplarda herkes herkesi tanırdı. Akrabalar, arkadaşlar ve diğer cemaat üyeleriyle çevrili olduğumuz için kurallara uymak ve birbirimizle iyi geçinmek durumundaydık. Şahsi şöhretimizi düşünmek zorundaydık. Atalarımız, önce binlerce sonra milyonlarca kişiden oluşan daha büyük topluluklar oluşturmaya başlayınca bu yüz yüze mekanizmalar çöktü. Bu yüzden de Ara, grupların büyümesiyle, yaptığımız her şeyi atmaca gibi izleyen daha büyük tanrılara ihtiyaç duyulmaya başlandığını düşünüyor. Bu görüş, benim ahlakın dinden, özellikle de günümüzde hakim dinlerden önce geldiği görüşüme de gayet iyi uyuyor. Biz insanlar, küçük çeteler halinde savanlarda dolaşırken de epey ahlaklıydık. Ancak toplumun ölçeği büyümeye, karşılıklılık ve itibar kuralları işlememeye başlayınca, ahlak koyucu bir Tanrı gerekli oldu.
- Seküler model şu anda Kuzey Avrupa' da deneniyor, hatta öyle bir noktaya geldi ki çocuklar "kilise" denen büyük binaların üzerinde neden bu kadar çok "artı" işareti olduğunu saf saf sorabiliyorlar ve insanlar "meseleden elini yıkamak" ya da "kovada bir damla" gibi sık kullandıkları ifadelerin İncil'den kaynaklandığını bile bilmiyorlar. Hasta, yoksul ve yaşlılarla ilgilenmek gibi eskiden kiliselerin üstlendiği pek çok işlev artık sivil kurumlar tarafından yürütülüyor. Bu ülkelerin vatandaşları büyük ölçüde agnostik ya da ibadet etmeyen insanlardan oluşsa da, bu tür hizmetlerin arkasında duruyorlar. Hem iktisadi hem de ahlaki açıdan devasa bir deney bu; büyük ulus devletlerin, din olmadan iyi işleyen bir ahlaki sözleşme kurup kuramayacağını gösterecek bize.
- Her şey çok basit başlamıştır. Bu sadece -ön yüzgeçlerden oluşan ellerimiz ve yüzme kesesinden oluşan ciğerlerimizle- bedenimiz için değil, zihnimiz ve davranışlarımız için de geçerlidir. Ahlakın bir şekilde bu mütevazı kökenin dışında kaldığı düşüncesi, din tarafından zihinlerimize işlenmiş, felsefe tarafından da kabul görmüştür. Ancak bu düşünce, modern bilimin bize içgüdülerin ve duyguların önceliği konusunda söylediklerine aykırıdır. Başka hayvanlara dair bildiğimiz şeylere de aykırıdır. Bazıları hayvanların neticede hayvan olduğunu, bizim türümüzünse ideallerine göre hareket ettiğini söyler ama bunun aksini ispatlamak kolaydır. Bizim türümüzün idealleri olmadığını değil, başka türlerin de idealleri olduğunu göstererek yapabiliriz bunu. Örümcek ağını neden onarır? Çünkü kafasında ideal bir yapı vardır ve ağı bu yapıyı kaybettiği anda onu asıl şekline getirmek için çalışmaya koyulur. "Anne ayı" yavrularını nasıl korur? Anne domuzla yavruları arasına giren herkes, annenin kafasında bozulmasından hoşlanmadığı ideal bir yerleşim olduğunu anlar. Hayvan dünyasında tamir ve düzeltmeye bolca rastlanır; bozulmuş kunduz barajlarından, karınca yuvalarına, bölgenin savunulmasından mevki ayrımına kadar. Hiyerarşiye uymayan aşağı mevkideki bir maymun, kabul görmüş düzeni bozdu mu ortalık birbirine girer. Düzeltmeler, tanımı gereği kuralcıdır: Hayvanların kafasındaki düzeni yansıtır. Yine kuralcı bir sistem olan ahlaka gayet uygun şekilde, sosyal memeliler uyumlu ilişkiler kurmaya çalışır. Çatışmadan kaçmak için ellerinden geleni yaparlar.
- Kavga çıkarsa, primatlar da ağı bozulan örümcek gibi davranır: Tamir moduna geçerler. Uzlaşma, toplumsal ilişkilerin çok önemli olmasından kayaklanır. Çeşitli türler üzerinde yapılan araştırmalar, bireyler birbirine ne kadar yakınsa, birbiriyle ne kadar çok şeyi birlikte yapıyorsa, saldırganlığın ardından barışma oranlarının o kadar yüksek olduğunu göstermiştir. Davranışları, dostluğun ve aile bağlarının değerini bildiklerini gösterir. Bu genellikle korkularını aşmalarını ve saldırganlıklarını bastırmalarını gerektirir. Maymunların eski hasımlarına sarılmasının ve onları öpmesinin nedeni çatışmayı sona erdirme isteğidir. Böyle bir istek olmasa sadece birbirlerinden uzak dururlardı. Bu da beni aşağıdan yukarı ahlak görüşüme geri getiriyor. Ahlak kanunu yukarıdan dayatılmaz ya da akıl yürütme sonucu varılmış ilkelerden çıkmaz; ezelden beri var olan, içe işlemiş değerlerden kaynaklanır. En temel kanun, grup yaşantısının hayatta tutma değerinden çıkar. Ait olma, iyi geçinme, sevme ve sevilme arzusu, bağlı olduğumuz bireylerle iyi ilişkiler sürdürmek için elimizden geleni yapmamızı sağlar. Başka sosyal primatlar da bu değeri paylaşır ve herkesin onayladığı bir yaşam tarzını sürdürebilmek için duygularla eylemler arasına filtre koyarlar.
- Dünya çapında Ültimatom Oyunu oynayan antropologlar, insanların her yerde eşitliği önemsediğini ortaya çıkardılar. Ültimatom Oyunu iki oyuncunun belli bir meblağı aralarında bölüşmesinden ibaret. Paranın nasıl bölüneceğine oyunculardan biri karar veriyor ama ancak öteki de bunu kabul ederse parayı alabiliyorlar. Türümüzün bütün üyeleri eşit paylaşımı tercih ediyor, muhtemelen kararı veren kişi, eşitsiz bir paylaşım önerdiğinde kabul edilmeyeceğini bildiği için. Haksız tekliflerle karşılaşan oyuncuların beyin taramalarında, horgörü ve öfke gibi olumsuz duygulara rastlanıyor. İnsanlar Ültimatom Oyunu'nu biraz karmaşık bir biçimde oynarlar çünkü sadece daha az aldığımızda itiraz etmekten ibaret olan BİRİNCİ SEVİYE HAKKANİYET sergilemekle kalmayız. Karşımızdaki kişinin de bu tepkiyi verebileceğini tahmin eder ve bunu engellemeye çalışırız. Aktif olarak eşitliği teşvik ederek yaparız bunu, böylece İKİNCİ SEVİYE HAKKANİYETe ulaşılır, yani genel olarak hakkaniyetli sonuçların tercih edilmesine. Çatışmadan kaçınmanın hayati rolüne Thomas Hobbes da işaret etmiştir: "Her insan doğal olarak kendisi için iyi olan şeyi ister ama adaleti, sadece Barış için, hasbelkader ister." Siyaset filozofuna katılıyorum ama ben asla "hasbelkader" sözünü kullanmazdım. Bu kadar bariz ve yaygın bir insan eğiliminin bir sebebi olsa gerek. Bu eğilimin ne kadar eskiye dayandığı, Sarah Brosnan'la birlikte bu eğilimi kapuçinlerde tespit etmemizle açıklığa kavuştu. Epey ünlenen bu deneyde, aynı iş için bir kapuçin SALATALIK alırken, diğeri ÜZÜM alıyordu. Kapuçinlerin her ikisi de, niteliği her ne olursa olsun birbirleriyle aynı ödülü aldığında işi yapmaya devam ediyorlardı ama eşitsiz neticeyi öyle hararetle reddediyorlardı ki, duygularını anlamamak imkansızdı. Kapuçinlerin tepkilerini seyrettirdiklerim gülmekten sandalyelerinden düşüyor. İzleyicilerin tepkisini de hayretle tanıma olarak yorumluyorum. Bu görüntüleri görünce duygularının, şebeklerin duygularına ne kadar benzediğini fark ediyorlar. Salatalık alan kapuçin memnuniyetle ilk dilimini mideye indiriyor ama arkadaşının üzüm aldığını görünce öfkeden çıldırıyor. Aniden değersizleşen salatalık dilimlerini fırlatıp atıyor ve deney bölmesini öyle hararetle sarsmaya başlıyor ki, bölmenin parçalanmasına ramak kalıyor. Altta yatan motivasyon, işsizliği ya da düşük ücretleri sokaklarda protesto eden insanların motivasyonlarından çok da farklı değil. Occupy Wall Street hareketi, bazıları üzümler içinde yuvarlanırken geri kalanların salatalığa talim etmesinden kaynaklanıyor. Başkası daha iyisini alıyor diye mis gibi yiyeceği reddetmek, Ültimatom Oyunu oynayan insanların performansına çok benziyor. Herhangi bir şey almanın hiçbir şey almamaktan daha iyi olduğunu düşünen iktisatçılar, bu tepkiyi "akıldışı" buluyor. Hiçbir maymun, normalde yiyeceği bir gıdayı reddetmemeli, hiçbir insan düşük de olsa bir teklifi reddetmemeli, onlara göre. Para paradır. Bu tepkiler akıldışıysa, bu türler ötesi bir akıldışılık. Bir şebek üzerinde bütün canlılığıyla gördüğümüz zaman, adalet duygumuzun, çok övündüğümüz akılcılığın ürünü olmadığını, en temel duygulardan kaynaklandığını anlıyoruz.
- Dişi bir bonobo olan Panbanisha'nın, ayrıcalıklı olmaktan rahatsız olduğu gözlenmiştir. Biliş laboratuvarında test edilen Panbanisha, büyük miktarda süt ve kuru üzüm almış ama aynı zamanda ona uzaktan bakan arkadaşlarının ve ailesinin kıskanç bakışlarını da üzerinde hissetmiş. Bir süre sonra bütün ödülleri reddetmiş. Deneyi yapan kişiye bakarak uzaktaki grup üyelerini işaret etmiş ve onlara da biraz yiyecek verilene kadar işaretlere devam etmiş. Ancak ondan sonra kendi önündekileri bitirmiş. Maymunlarda geleceği düşünme yeteneği vardır. Panbanisha herkesin önünde yiyecekleri bitirmiş olsa, sonradan gruba katıldığında pek hoş muamele görmeyebilirdi.
- Hakkaniyet ve adaleti kadim yetiler olarak görmek lazım. Kaynaklar üzerindeki rekabet karşısında uyumu koruma gereğinden doğmuşlar. Hakkaniyetin her iki seviyesini de maymunlarla, birinci seviyesini şebekler ve köpekler (ve daha başka pek çok canlı türü) paylaşıyoruz.
- Bir bonobo bir ateiste ne söylerdi? Dil konusunda dünyanın en yetenekli bonobosu olan Kanzi'yle tanışmıştım. Kız kardeşi Panbanisha'yla birlikte Atlanta'da yaşıyordu. Kanzi sözlü İngilizceyi şaşırtıcı ölçüde iyi anlıyordu ve gördüğüm en zeki bonobolardandı ama ifadeleri (bilgisayar ekranındaki simgeler formunda) pek de akademik tartışma seviyesinde sayılmazdı. Yine de öyleymiş gibi yapalım. Bonobo ilk olarak ateisti "öfkeyle uyumaktan" men ederdi. Bir şeyin, hele Tanrı kadar yoruma açık bir şeyin yokluğu konusunda bu kadar infiale kapılmanın manası yok. Doğrudur, bu ülkede maalesef rastlandığı üzere, insanın ateist olduğunu açıklaması bir tür damga olarak görüldüğünde yaşanan hüsranı anlamak mümkün. Nefret nefret doğurur, bazı ateistlerin dine karşı savaş açması ve ortadan kaybolmasının büyük rahatlık getireceğini söylemesi bundandır. Dinin, saf dışı edilemeyecek kadar kökleşmiş olması ve tarihte dini zorla saf dışı etme teşebbüslerinin sefaletten başka bir şey getirmemiş olması da cabası. Belki ağır ağır ve yumuşaklıkla yapılabilir ama bunun için de dini mirasımızı çağdışı bulsak bile, bir yere kadar takdir etmemiz ve değer vermemiz gerekir. Belki din bizi okyanusun karşı kıyısına geçirmiş bir gemi gibidir; iyi işleyen bir ahlakla devasa toplumlar kurmamıza imkan tanımıştır. Artık kara göründüğü için bazılarımız gemiden inmeye hazırlanıyor. İyi de karanın göründüğü kadar sağlam olduğunu kim söylemiş?
- İşin iyi tarafı, ahlaklı bir toplumun temel unsurları dini gerekli kılmaz çünkü içeriden gelir. Hümanizm, aklı vurgulamasına rağmen, türümüzü akıl kadar tutku sahibi bir mahluk olarak görür. Bonobo burada kendinden bir şeyler bulacaktır. Sosyal bir hayvanın duygularına sahibiz, hem sıradan bir hayvanın da değil; bir memelinin. Şimdiye kadar insan davranışına getirilen açıklamaların kusuru, genleri fazla vurgulaması ve sosyal böceklerle fazla kıyaslama yapmasıydı. Yanlış anlaşılmasın, karınca ve arılar işbirliği konusunda harikadır ve onlar üzerinde yapılan araştırmalar özgecilik konusunu daha iyi anlamamızı sağlamıştır. Mantığının bu kadar geniş bir tür yelpazesine uygulanabilmesi evrim kuramının zaferidir. Yine de böcekler, memelilerin empati ve bakım alanında geliştirdiği sinirsel devreye sahip değildir. Böcek davranışları yüzeyde bizimkilere benzese de, aynı süreç sonucu ortaya çıkmamıştır. Bilgisayarlar ile büyük ustaların oynadıkları satrancı birbiriyle kıyaslamaya benzer bu: Aynı hamleleri yapabilirler ama oraya çok farklı yollardan gelirler.