- Kendini bunaltının zevklerine kaptırmamış; düşüncelerinde, sönüp gitme tehlikesinin lezzetine bakmamış, zalim ve yumuşak yok oluşların tadını almamış kişideki ölüm saplantısı hiç iyileşmeyecektir..
- Her üslup hayranlığı gerçekliğin sözel biçimlenmesinden de daha boş olduğu, bir düşüncenin söyleyiş biçiminin o düşünceden daha iyi olduğu, yerinde dile getirilmiş bir bahanenin bir kanıdan, ustalıklı bir söz diziminin düşüncesiz bir fışkırmadan yeğ olduğu inancından doğar. Bu hayranlık bir sofistin, Edebiyat sofistinin tutkusunu ifade eder. Orantılı, dengesinden hoşnut ya da fiyakasından geçilmeyen bir cümlenin arkasında, çoğu zaman, bir ilk evrene duyum yoluyla girmeyi beceremeyen bir zihnin rahatsızlığı saklıdır. Üslubun büsbütün bir maske ve itiraf olmasında şaşılacak ne var
- Kusursuzluk? artık bizi rahatsız etmiyor: Yaşamımızın ritmi bizi ona duyarsız hale getiriyor. ?Kusursuz? bir yapıt meydana getirmek için beklemeyi bilmek, ta ki evrenin yerini alıncaya dek bu yapıtın içinde yaşamak gerekiyor. Bir gerilim ürünü olmaktan uzak bu yapıt edilginliğin, yıllar boyu birikmiş bir enerjinin ürünüdür. Ama kendi kendimizi tüketiyoruz, rezervleri olmayan insanlarız; aynı zamanda, yaratıcılıktan uzak kalmayı beceremeyen, her türlü yapıt için, tüm yarım başarılar için yaratmanın otomatizmine kapılmış insanlarız.
- Mükemmel bir felsefe öğretmenim olmuştu, Todor Vianu (birkaç yıl önce, UNESCO'da Romanya temsilcisiyken öldü); özellikle Alman filozofları ve estetikçileri okuyordum: Georg Simmel, Wöfflin, Worringer. Benim için hala en büyüklerinden biri Georg Simmel'dir. Ernst Bloch da, Georg Lukacs da ona ne çok şey borçlu olduklarını yeterince kabul etmemişlerdir. * * * Devlet çabucak bir aydın tabakası oluşturmak istiyordu, Bükreş'te elli bin üniversite öğrencisi vardı. Diplomalarıyla köylere dönüyor, ellerini hiçbir şeyle kirletmek istemiyor ve can sıkıntısıyla ümitsizliğe gömülüyorlardı. * * * Babam papazdı. Macar Transilvanyası'ndaki Rumen aydınların önünde başka bir meslek olanağı pek yoktu. Papaz çocuğu olan Rumen aydını sayısının ne kadar fazla olduğunu bugün bile görebilirsiniz. * * * - "Sizin mistisizime olan eğiliminiz, dünyadan nefretiniz, acaba Ortodoksluk geleneğinden mi geliyor?" - "Bu eğilimimin, daha ziyade, Katharların ataları olan Bogomiller'in gnostik tarikatiyle akrabalığı var; etkileri özellikle Bulgaristan'da çok büyüktü. Çocukluğum sırasında şedit bir ateydim, ki bu dediğim bile az kalır. Yemek duası yapılırken, anında masadan kalkar giderdim. Bununla birlikte, kendimi Rumen halkının derin inancına yakın hissediyorum; bu inanca göre yaratılış ve günah bir ve aynı şeydir. Balkan kültürünün büyük bölümünde, yaratılış durmadan suçlanmıştır. Yunan trajedisi nedir ki? Koronun, yani halkın, sürekli kaderden şikayet edişi değilse... Kaldı ki Dionysos da Trakya'dan geliyordu." * * * Aynı zamanda, muhafaza ettiğim ve kendime karşı çevirdiğim bir hayatdoluluğum vardı. Az çok bezgin olmak değildir söz konusu olan; aşırılık derecesinde bir melankoli, aşırı bir hüzün gereklidir. İşte o zaman kurtarıcı bir biyolojik tepki oluşur. Dehşet ile vecd arasındaki etkin bir hüznü icra ediyorum. * * * - "Geçinmek için ne yapıyorsunuz?" - "Kırk yaşında hala Sorbonne'a kayıtlıydım, öğrenci kantininde yiyordum ve bunun ömrümün sonuna kadar böyle sürmesini ümit ediyordum. Sonra, yirmi yedi yaşını geçenlerin okula kayıtlı olmasını yasaklayan bir kanun çıktı ve beni bu cennetten kovdu." ("Yaratılış ve günah, bir ve aynı şeydir" bölümü)
- İlk kitabımı yirmi bir yaşında Rumence yazdım; bundan sonra bir şey yazmamaya karar vermiştim. Sonra bir tane daha yazdım, kendime yine aynı sözü vererek... Kırk yıldan fazla bir zamandır bu komedi tekrarlandı. Çünkü yazmak, ne kadar az olursa olsun, bana bir yıldan ötekine geçmede yardım etti; zira, ifade edilmiş saplantılar zayıflıyor ve bir ölçüde aşılıyor. Eminim ki eğer kağıtları karalamasaydım, uzun zaman önce kendimi öldürmüş olurdum. * * * Hayata küfretmek için, kendime küfretmek için yazdım. Sonuç? Kendime daha iyi katlandım, hayata da daha iyi katlandım. * * * Ne tuhaftır ki Rumen halkı dünyanın en kaderci halkıdır. Gençken bu beni öfkelendiriyordu; dünyayı açıklamak için kader ve alınyazısı gibi şaibeli metafizik kavramlardan medet umulması. Yani anlayacağınız, yaşlandıkça kendimi kökenime daha yakın hissediyorum. Artık bugün kendimi Avrupalı, Batılı hissetmem gerekirdi; ama durum hiç de öyle değil. Epey ülke gördüğüm ve epey kitap okuduğum bir ömrün sonunda, Rumen köylüsünün haklı olduğu sonucuna vardım. O hiçbir şeye inanmayan; insanın mahvolmuş olduğunu, yapacak bir şey kalmadığını düşünen ve kendini tarih tarafından ezilmiş hisseden köylünün... O kurbanlık ideolojisi, bugün benim de anlayışım oldu, tarih felsefem oldu. Gerçekten, bütün entelektüel birikimim hiçbir işe yaramadı! * * * Bana birçok defa, kitaplarımda yazdıklarımın söylenecek şeyler olmadığını söylediler. "Çürümenin Kitabı" çıktığında, "Le Monde" gazetesinin eleştirmeni bana bir sitem mektubu gönderdi; "siz farkında değilsiniz ama bu kitap gençlerin eline de geçebilir!" diye. Saçmalık bu. Kitaplar ne işe yarayacak? Öğrenmeye mi? Bunun hiçbir ilginçliği yok, çünkü bunun için okula gitmek kafi. Yok; bir kitabın hakikaten bir yara olması gerektiğine, okurun hayatını herhangi bir şekilde değiştirmesi gerektiğine inanıyorum. Benim kitap yazarkenki fikrim, birinin "gözünü açmaktır", onu sopalamaktır. * * * Okuru okumadan evvelki halinde bırakan bir kitap, başarısız bir kitaptır. ("Metafizik bir vatansızım ben" bölümü)
- Suyu taklit etmemiz gerektiğini söyleyen Taoculuktan etkilenmişimdir biraz. Hiçbir çaba göstermemek ve hayatı sükûnetle göz önünde bulundurmak. Ama mizacım gereği bunun tam tersiyim. Biraz histerik, bir nevi sara hastası bozuntusuyum; saraya yakalanma şansına nail olmamam anlamında. Eğer hakiki bir hastalığım olsaydı, benim için bir kurtuluş olurdu bu. Ama her zaman içsel olarak paramparça bir halde ve hayat görüşüme zıt olan büyük bir gerginlik içinde yaşamak zorunda kaldım, çünkü kendi dışımda bir çıkış bulamadım. Hayat hakkında karanlık bir anlayışım olmasına rağmen, varoluş için daima büyük bir tutku besledim. Öyle büyük bir tutku ki, ters yüz olarak hayatın inkârına dönüştü, çünkü yaşam iştahımı tatmin etme yolları yoktu elimde. Böylece, demek ki hayal kırıklığına uğramış bir adam değilim; ama çaba fazlasından ötürü içsel gücü kalmamış bir adamım. Edilgenlik benim için ulaşılmaz bir idealdi. Niçin intiharı seçmediğimi sordular bana. Ama benim için intihar olumsuz bir şey değil. Aksine. İntiharın olması fikri bana hayata tahammül etme ve kendimi özgür hissetme imkânı veriyordu. Bir köle gibi değil, özgür bir insan gibi yaşadım. * * * Gençken her an ölümü düşünüyordum. Bu bir saplantıydı, yemek yerken bile. Bütün yaşamım ölümün hükmü altında geçiyordu. Bu düşünce beni hiç rahat bırakmadı, ama zamanla zayıfladı. Hala bir saplantı, ama bir düşünce değil artık. ("Hedefsiz yaşamak" bölümünden)
- - "Üslubunuzun klasikliği çağımıza biraz aykırı değil mi?" - "Bence bunun bir önemi yok. Çünkü beni okuyan kimseler, beni bir nevi lüzum üzerine okuyorlar. Kabaca dile getirirsek, sorunları olan kimseler bunlar; aldığım mektuplardan görüyorum bunu. Bunlar depresyonlu, içi içini yiyen, saplantılı ve mutsuz kimseler. Ve onlar üsluba o kadar da dikkat etmezler." * * * Mesela bütün hayatım boyunca ölüm fikri musallat oldu bana; ama bundan söz etmiş olmam sayesinde... ölüm fikri bana hala musallat, ama daha az. Bunlar çözemeyeceğimiz meseleler, haklı saplantılar bunlar; saplantı değil, muazzam gerçeklikler... İntihar üzerine yazdım, ama her defasında açıkladım: İntihar üzerine yazmak intiharı alt etmektir. Bu çok önemli. * * * Benim için, intihar etmeyen her tip bir anlamda fuhuş yapmaktadır. Fuhuşun dereceleri vardır. Ama her işin kaldırım işiyle bir benzerliği vardır. * * * Ama rıza gösterildiği ve yaşamak için -ya da diyelim ki kendini öldürmemek için- koşuşturulduğu andan itibaren tavizler verilir. Bunu da sahtekarlık diye adlandırıyorum. * * * Ama aslını söylemem gerekirse, roman okumaktan neredeyse acizim. Neredeyse aciz. (...) Yıllardan beri, on beş-yirmi yıldır roman okuyamıyorum. Buna karşılık, dünyada benim kadar çok hatırat, anı kitabı okuyan az kişi vardır. * * * - "Bütün bu hatıratlarda sizi büyüleyen neydi?" - "Biliyor musunuz? Bir varoluşun nasıl bittiğini de görmek bu. Nasıl dımdızlak kalındığını. Her varoluşta. Biraz marazi bu. Ve de bir tipin yanılsamalarını nasıl yitirdiğini. Şimdi bitti; artık bunlardan çok okumuyorum." * * * Daha önce dediğim gibi bir yaşamöyküm olmamasına rağmen, yaşadım. Nietzsche bir yalnızdı... Aslında bütün bu şeyleri ancak uzaktan tanıdı. (...) Varlıklarla düşüp kalkmadı. Çok yoğun bir biçimde yaşadı. Muazzam bir deha. Ama büyük bir şehirde yaşayan, varlıklarla düşüp kalkan tipin bezginliğini tanımadı. Bense bunu yaşıyorum. (...) Ama Nietzsche saf bir tipti, her yalnız gibi. (...) Ben toplum içinde yaşamadım, ama çok insan tanıdım; her şeye rağmen insan varlığı hakkında büyük bir tecrübem var. Nietzsche'de bu yoktu. (...) Bütün yalnızlar gibi saftı. Ama varlıklar arasında varolan bütün çatışmaları, işin içyüzünü yaşamadı; bütün bunlar da yalnız yaşamış olmasındandır. Doğal bir biçimde tahmin etti, bunun üzerine çok kafa yordu. Fakat insanın hakiki tecrübesini Chamfort'da, ya da La Rochefoucauld'da buluruz. Nietzsche kitabi bir biçimde değil de, toplum içinde yaşamış olsaydı, şeyleri hemen hemen onlar gibi görürdü. Çünkü o yaşamadı. * * * Nihai felakete inanıyorum. Az zaman sonra. Hangi biçimi alacağını bilmiyorum, ama kaçınılmaz olduğundan katiyetle eminim. Her tür öngörü riskli ve gülünçtür. Ama bunun kötü bir dönemeç olduğu ve de iyi bitemeyeceği çok iyi hissediliyor. ("İnsanın giriştiği her şey" bölümünden)
- Ben tarihi, kuramsal öğreti haliyle epey geç keşfettim. Gençliğimde sadece filozofları okurdum, daha sonra filozofları bıraktım ve şairleri okumaya koyuldum. Ve kırk yaşına doğru, tamamen habersiz olduğum tarihi keşfettim. Yıldırımla vurulmuşa döndüğümü söyleyebilirim. * * * Tarihin yadsınması eninde sonunda Hindu felsefesidir: Eylemin önemsiz ve yararsız bir şey gibi değerlendirilmesi. Tek önemli olan zamanın askıya alınmasıdır. Nitekim şeyler üzerine kafa yorarsak, harekete geçmememiz, kımıldamamamız gerekirdi. Kendimizi yere atmamız ve ağlamamız gerekirdi. * * * Benim için en ileri felsefe okulu, her halükarda kendisinden sonra söylenecek hiçbir şey kalmamış olan okul, Budizm'İn son döneminde yer alan ve bizim ikinci yüzyılımız civarında konumlandırılan Madhyamika'dır. Bu okulu temsil eden üç filozof vardır: Nagarcuna, Çandrakirti ve Şantideva. * * * Hindistan'da filozof, felsefesini uygulamakla yükümlüdür. Uygulama amacıyla felsefe yapar: Çünkü kurtuluş aranmaktadır. Entelektüel bir alıştırma değildir bu. Daima bir tamamlayıcı vardır. Oysa Yunanistan ve Almanya'da yapılmış olan büyük sistemler, yaşanmış tecrübeyle bu ilişkinin olmadığı yapılardır. Bir sistem geliştirilir ve devam eder. Hiç kimse bir filozoftan aynı zamanda bir bilge de olmasını istemez. Kaldı ki Batı'da bilge yoktur. * * * Budizm size iman sahibi olmadan bir dine girme imkanı verir. Budizm sadece bilgiyi salık veren bir dindir. Size sadece bileşikler olduğunuz, bu bileşiklerin çözüldüğü, gerçekliklerinin olmadığı öğretilir ve gerçekdışılığınız kanıtlanır. Sonra da, "Şimdi sonuçlarına katlanın," denir. * * * Sebepsiz intiharların neredeyse hepsi uykusuzluktandır. İnsan buna ancak, ki benim durumum buydu, çalışmamak şartıyla tahammül edebilir. Hatta, annemle babam uykusuzluklarımı finanse etmemiş olsalar kesinlikle kendimi öldürmüş olacağımı bile söyledim. * * * İntiharsız hayat bence gerçekten tahammül edilmez bir şey olurdu. Kendimizi öldürmeye ihtiyacımız yoktur. Kendimizi öldürebileceğimizi bilmeye ihtiyacımız vardır. Bu fikir coşku vericidir. Her şeye tahammül etmemize imkan verir. * * * Bana yine telefon açtı ve "Bu sefer iş ciddi. İntihar edeceğim," dedi. "Peki geçen sefer niye etmediniz?" diye sordum ona. "Çünkü ayaklarımın kirli olduğunu gördüm, onları yıkayacak mecalim yoktu," dedi. "Bunun ne önemi var?" dedim. "Yok, hayır, üstüm başım katiyetle düzgün olmalı," dedi. ("Tarih mukadder bir akıştır" bölümünden)
- ?Her şeyi kapsayan bir hayal kırıklığı olmadan her şeyi kapsayan bir düşünce değişimi gerçekleşmez..?
- Özgür olmayı deneyin: açlıktan ölürsünüz. Toplum sizi sadece başarılı bir şekilde köle olmuşsanız veya despotluk ediyorsanız hoşgörür; o gardiyanları olmayan bir hapisanedir ve ölmeden kurtulamazsınız ondan. Bütün aşağılanmalarımız açlıktan ölmeye karar veremememizden gelir.