- İslâm toplumlan da zaman zaman medenî olmuşlardır. Fakat ne devr-i saadet ne dört halife devri ne de Osmanlı Devleti'nin ilk ikiyüz yılı medenî zamanlar değildir. Osmanlı Medeniyeti milâdın 15. yüzyılında en parlak zamanlarım yaşamıştır ki bu dönem, Devlet'in İslâm umdelerinden uzaklaşmaya başladığı dönemdir. Yine Emevî ve Abbasî medenî devirleri, toplumda refahın getirdiği İslâm dışı eğilimlerin güçlendiği devirlerdir. Debdebeli saray inşa eden ve emrinde hıristiyan asker kullanmakta bir beis görmeyen Selçuk saltanatı, hiç şüphesiz medenî diye vasıflandınlabilir. Sf:107
- Çünkü medenileşmek, yetim hakkını gaspa yönelmeli demektir. Sf:108
- Medeniyetin getirdiği inceliğin ve zarafetin bir bedeli olması gerekir diye düşünebiliriz. Medeniyet inceliği veriyor insana, karşılığında içtenliğini alıyor. Medenî insanların hayatlarının her yönünde yapma kurallara boyun eğmeleri, onları kendilerinin olmayan bir yaşayış içine hapsediyor. Bundan şikâyetleri yok onların elbette. Çünkü artık yaptıkları ile düşündükleri arasında bir zıtlık duymayacak kadar medenî haline gelmişlerdir. Sf:113-114
- ?Geri Kalanlar* medenî toplumun ?zarif? kesimine bu zerafetlerini devam ettirmeleri için gerekli imkânları sağlamaya matuf bir hayat biçimine mahkûm edilmişlerdir. Zarifleri zarif kılmak için herşeylerini feda ettikleri yetmezmiş gibi kendileri de zariflerin bir kopyası olmaya özenirler ve zerafet özentisi, zariflikten çok daha şedit bir belâdır. Sf:114
- Her insanın kendi hakkmdaki tasavvuru, onun iradî davranışlarına yön veren temel etkendir. İnsan kendini nasıl kabul ediyorsa hareketlerini ona göre ayarlar. Hapishaneden kaçması için insanın önce kendinin serbest yaratıldığına inanması gerekir. Bazı görevleri yüklenebilmek, o görevleri yüklenmeye yaraştığını anladıktan sonra mümkündür. Demek ki insan herşeyden önce kendine bir tanım getiriyor, - daha doğrusu getirilmiş tanımlardan birini benimsiyor- bu tanımın gereği ne ise öyle davranıyor. Bu yüzden insanın davranışlarındaki değişikliği onun keıidi hakkmdaki tasavvurunun değişmesiyle açıklayabiliriz. Şüphe yok ki her insan kendi tanımını bilinçle kavrayamaz. Önce ?Ben bir yalancıyım? diye kendini tanımlayıp, sonra yalan söylemesi şart değil insanın. Ama onun yalan söyleyebilmesi için önceden yalan söyleyebilecek yapıda olduğunu kabul etmesi gerekir ki bu insanın bilinçsiz de olsa kendi tanımını zihninde taşıdığını gösterir. Sf:120
- Medeniyet, toplum hayatının düzenlenmesinde insan aklının egemenliğine ve tatmin yollarının seçiminde nefsin eğilimlerine üstünlük tanımanın doğal sonucudur. Bu bakımdan, medenî toplumlarda insana özgü hüner ve kuvvetlerin ileri noktalara ulaşmasının yanısıra yine insana özgü bozulma ve sapıklıkların yayılmasını gözlemlemek mümkündür. İslâmî mücadelenin varacağı noktanın bir İslâm medeniyeti olacağını ifade etmek ne kadar iyi niyete dayalı olursa olsun içinde bir yanlışı barındırmaktan uzak değildir. Sf:142
- İslâmî mücadele, kendini Allah?a teslim etmiş olan insanların kendi üzerlerinde Allah?tan! başkasının egemen olmasına engel olmak kastıyla giriştikleri çalışmadır. İslâmî mücahede, insan üzerinde Allah?ın gücünden başka gücü tanımamak istemiyle (iradesiyle) yürütülür. Bu yüzden müslümanların gerek günlük bireysel davranışları, gerekse toplumsal hayatlarının düzenlenmesi Allah?ın emir ve yasaklarından başka bir dolayımdan (mediation) geçmez. Medeniyet kavramı eğer insanların kendi geliştirdikleri kuramların yaşayışlarına yön verecek do- layımlar olarak kabulüne yol açıyorsa müslümanlar tarafından reddedilmesi gerekir. Çünkü medenî kurumlar kolayca put karakterine sahip olacak özelliktedir. Yok eğer medenî yaşayış demekle İslâm?ın eksiksiz ve fazlasız yaşanılmasını ifade ediyorsak, dilimize medeniyet kelimesini dolamakla gereksiz ve faydasız bir işe girişmiş oluruz. Sf:143
- Tekniğin mantığı, insan zihnini çok sınırlı bir doğrultuda çalışmaya zorluyor. Teknik, nesnenin nesneyle olan ilişkisinden öteye geçmeyi yasaklayan bir mantığa sahip olduğu için insanı nesnenin özüne ait meseleleri zihin dışı bırakmaya zorluyor. Akıl gerçekle uğraşmaktan hakikati göremiyor. Halbuki aklın insan varlığıyla olan münasebeti ancak hakikat aracılığı ile kurulabiliyor. Teknik, eşyanın hakikati ile ilgili bilgiyi değil, eşyanın gerçeği ile ilgili bilgiyi veriyor. Gerçek ise muhtevasızdır. Sf:155
- İslâm topraklarım gezip gören frenklerin seyahatnamelerinde rastlanılan bir şikâyettir : Bu ülkede saat kulesi yok! Sonra bir sebeb ararlar buna : Çünkü bu ülkede zamanı günde beş vakit ezan belli eder. Sf:160
- Artık meseleyi bir sömürüye karşı durmak, otarşik İktisadî düzen gibi kavramların ötesinde ele almak mecburiyeti doğmuştur. Teknoloji transferi ve sanayileşme olaylarını ancak hedef aldığımız toplum biçiminin isterleri, moral değerleri ve insan tipi gözetilerek kavrayabilirsek yepyeni bir dünyaya hazırlanıyoruz demektir. Türkiye'nin durumu herhangi bir üçüncü dünya devletinin durumuyla aynı çerçevede mütalâa edilemez. İslâm aydınım yüklendiği sorumluluk da herhangi sanayileşmiş bir ülkenin namuslu aydınından farklı bir sorumluluktur. Zevahiri kurtarmayı değil, Peygamber'in yolunda olmayı kendimize yakıştırma yürekliliğini göstermeliyiz. Bu da elbet er kişinin harcıdır. Sf:166