- Öyleyse nedir? Bütün imkanlar elimizdedir. Yani müslüman olmamız elimizdeki imkanlar dolayısıyla ve bizi kuşatan şartlar içindedir. Biz, bu şartların, bu dünyanın, bu akıl yapısının, bu işleyişin insanları, müslümanlarıyız. Hiç kimse yanlış bir çağda dünyaya gönderilmiş olduğunu düşünmüyordur, umarım. Bu dünya ile alış verişte bulunmak yükümlülüğü bizim üzerimizde. Çünkü biz bu zamanın ve bu yerlerin insanlarıyız. Bırakın sosyalistler, faşistler, hümanistler ve daha bilmem ne istler, dünya cennetinin uzantısı olarak bir zaman sonra yeni bir dünya kurmak düşüncesini yücelt-sinler. Bu yüceltme aslında son asırlara mahsus afyonkeş ortamının tabii sonucudur.
- İçgüdüden mahrum insan yavrusunun yalnızca güdüleri (drives) vardır. Güdü insanın doğrudan doğruya seçmeler yapmasını sağlayamaz. İnsan kendisine öğretilmediği taktirde dostunu, düşmanını tabii olarak ayıramaz. Besleneceği şeyleri tanıyamaz, tehlikelerden korunamaz. Bunları yapabilmesi için tabii bir donatımı yoktur.
- "Bir-ey" olmak, ona nereden bakılırsa bakılsın hayatının aynı göründüğü bir karakter yapısına kavuşmak demektir. Çağdaş kişilerin birey olmayı başarmaları kapitalizmin topluca herkesi icbar ettiği parçalanmışlıktan çok hayatlılıktan kurtulabilmeleri anlamına gelir. Kentsoylu kisvesine bürünmek birey olmak değildir. Titizlik: Yılanın başı mutlaka, her şart ve ahvalde ezilmeli, yılan yaşama hakkını bizi sokmamış olmasından almamalıdır. Titizlik: Belaya göstereceğimiz tepkiyi herkes o belaya duçar oldu diye değiştirmek veya yumuşatmak kendimizi kendi gözümüzde küçültmemiz demektir. Hava bozduğu için sattığımız malın fiyatını düşürmeme titizliğini göstereceğiz. Titizliğimiz ahlakımızın nerede yuvalandığını belli eder.
- Hiç kimse Türkiye'nin yüksek gelir düzeyini, yaşama düzenindeki yüksek kaliteyi, düşünce ürünlerindeki yüksek değeri işaret ederek "Bak! Bu üstünlükleri elde tutmamızı aşırı uçları tasfiye etmemize borçluyuz!" diyemez, diyemiyor. Durum kötüyse memnuniyet duyan kim? Durum iyiyse tatminsizlik duyanların gerekçeleri nedir? Bu saatten sonra Türkiye için neler yapılabileceğini bilmek istiyorsak, bu saate kadar Türkiye'ye yapılanların mahiyetini açığa çıkarmak zorundayız. Henry! Sen, neden burada olduğunu bilmek zorundasın!
- 1988 yılında "Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" diye sormuştum. Bu sorunun patentine benim sahip olmadığım cümle alemin malumudur. Soruyu ilk olarak 1846 yılında bir "transcendentalist & anarchist" Amerikalı, diğer "transcendentalist"; ama hiç de "anarchist" olmayan Amerikalıya sormuştu. Kendisine soru sorulan Ralph Waldo Emerson'un, soruyu soran Henry David Thoreau hakkında söyledikleri arasında şunlar da var: "Hiçbir mesleğin kalıbına girmedi; hiçbir zaman evlenmedi; yalnız başına yaşadı; hiçbir zaman kiliseye gitmedi; hiçbir zaman oy kullanmadı, devlete vergilerden birini ödemeyi reddetti, hiç et yemedi, hiç şarap içmedi, tütün kullanmanın ne demek olduğunu hiç bilmedi, ve güvencesini tabiattan aldığı düşüncesiyle ne tuzak, ne de silah kullandı.". Böyle bir adamın "Waldo Sen Neden Burada Değilsin?" demesi, tam olarak soru da sayılmazdı. Zira bu sözler kendisine yöneltilen bir soru üzerine, yani cevap mahiyetinde sarf edilmişti. Emerson'un hapishanede arkadaşını görür görmez kendisine hayretle yönelttiği soru şuydu: "Henry, Sen Neden Buradasın?"
- İnsanlık tarihi diye bir şey var ve bu bir serencamı ifade ediyorsa her insanın insanlık tarihini taşıdığını kabul etmemiz lazım. Çünkü insanlığın tarihi dediğimiz şey her bir insanın tarihidir. Hangi insana bir anlam vermemiz icap ederse müracaat edeceğimiz hep aynı tarihtir ve bu tarih iman ile küfrün arasında yürütülen ve birinin yek diğerini tahta geçmekten alıkoymak üzere başlattığı kavganın tarihidir. Buraya kadar iyi... Buradan sonra merakı mucip olan, rahat kaçıran soru şu: Acaba insanların her birine birer anlam vermemiz icap ediyor mu? Acaba insanların her birinin birer anlamı var mı? Yukarıda yer verdiğim ifadeler beni her insanın, insanların her birinin anlamlı olduğunu kabul etmeye zorluyor. Madem insanlara "biricik" dedim, madem insanlara "vazgeçilmez" dedim, o halde onların anlaşılmayı bekleyen bir özgünlüğü, bilinmeyi bekleyen bir değeri vardır. Benim için herkes anlamlıdır, herkes değerlidir. Demek ki insanlar arasında daha başlangıçta doğan ve fasılasız devam eden çatışmayı anlam taşıyanlarla, anlamdan yoksun kalanlar arasında vuku bulan bir çatışmaymış gibi algılamanın mantığı benim mantığım olamaz. Bir tarafta iyilerin cephesi, diğer tarafta kötülerin cephesi olduğu için kılıçlar çekiliyor, silahlar patlıyor değil. Değilse ne oluyor, neden oluyor?
- Küfrün zıtlaştığı, uyuşmadığı, karşı durduğu "şey" sadece imandır. Diğer başka her şeyle küfür uzlaşabilir, başka her şeye intibak edebilir, başka her şeyle yoldaşlık edebilir. İnsan aklı dünyayı ve dünyada geçirilen hayatı olduğundan güzel görmeye de, dünya hayatını her vasıtayla süsleyip güzel göstermeye de gayetle müsaittir. Buna mukabil imanın aykırılık gösterdiği sadece küfür değildir. Ucu küfre varan her şey imana aykırıdır. İman nifakla da uyuşmaz, fitneyle de geçinemez, fücurla da uzlaşmaz, denaetle de anlaşamaz. İnsan aklı ancak dünyayı hor görecek düzeye ulaştığı zaman imana ayak uydurabilir.
- Herkesin kolayca sözünü ettiğimiz seçenekten haberdar olamayışı modern çağın başlangıcından beri insanlığın topluca maruz kaldığı "epistemic" (bilgilenmeye ilişkin) "şiddet" dolayısıyladır. Elimize bir kitap aldığımızda onu nasıl sorgulamamızı öğütlüyordu David Hume? "Nicelik veya sayı bakımından herhangi bir soyut akıl yürütme içeriyor mu? Hayır. Gerçek durum ve mevcudiyet bakımından herhangi bir deneysel akıl yürütme içeriyor mu? Hayır. Öyleyse onu alevlere teslim edin, zira onun içinda safsata ve hokkabazlıktan başka bir şey yoktur." Aydınlanma filozofu bilgilenmeye kitap yakarak başlamamızı tavsiye ediyor. Kimin neyi, ne kadar, ne şekilde bildiği, bilmesi gerektiği insan olarak bizlerin başından hiç eksik olmamış bir derttir. "Epistemic şiddet" ise modern bir olgu.
- Bizi bugüne getiren tarihin bilincine varmamız bugünün hükümranlarının oyununu bozacaktır.
- Madem üretim araçlarının özel mülkiyete konu olduğu düzene kapitalizm diyoruz, o halde ilk yapacağımız hakkında konuştuğumuz şeyin mahiyetini öğrenmektir. Üretim aracı lafzını işittiğimizde zihnimizde neler canlanmalıdır? İktisatçılar dört unsurun bir araya gelmesiyle üretimin gerçekleştiğini ileri sürerler: Topraki Sermaye, Teşebbüs, Emek. Bunların hepsinin üretime aracılık ettiğini hesaba katıp hepsine üretim aracı diyelim mi? Demeyelim, çünkü üretimin dört unsurunu ikişerden ikiye ayırdığımız zaman karşımıza birinin içinde insanlar olan, diğerinin içinde de insanlar olmayan iki öbek çıkıyor. Teşebbüs ve emek, bunlar üretim sürecine insan olarak kendileri giriyorlar. Oysa toprağın ve sermayenin üretim sürecine sahipleri tarafından sokulduğunu görüyoruz. İnsanlar arası ilişkileri esas alarak meseleyi kavramaya kalkıştığımızda bir tarafta toprak ve/eya sermaye sahibi olanların ( Fr. avoir, İng. to have, Alm. haben, İsp. tener); diğer tarafta sadece müteşebbis veya emekçi olanların (Fr. etre, İng. to be, Alm. sein, İsp. ser) yer aldığını kabul etmek durumunda kalacağız. Bu nazari (teorik) kabulün bir ameli (pratik) değere kavuşması için çok ter ve kan döküldü, çok nefes ve mürekkep harcandı; ama nafile. Bir üretim tarzı olarak kapitalizm, geçirdiği her aşamada, söz geçirdiği her alanda hümanizmin her çeşidini gülünç düşürdü. Kapitalimin en büyük başarısı odur ki, tıpkı Sovyet Sosyalizminde olduğu gibi dünya sistemi çarklarının çevrilme işlemi devam ederken kapitalizme düşman olduğunu söyleyenleri kullanmaktan geri durmaz. Kapitalizmin kar ettiği alanlardan bir kısmında anti-kapitalizm hakimdir. Kapitalistler düşmanlarının sırtından çok para kazanmışlardır. İş buralara kadar geldiyse, kapitalizmi kendimize güldürmekten, kapitalizmin oyuncağı olmaktan kaçınmamızın imkansız olduğunu mu kabul edeceğiz? Kapitalizm karşısında un ufak olmamanın bir imkanı var mı? Var. Nedir? Bizim şahsiyetimizi harcamaksızın kapitalizm karşısında durmamıza imkan verecek şey kapitalizmin başından beri günümüzdeki kadar güçlü olmadığını bilmemiz ve kapitalizmin bütün gücünü şahsiyet zaaflarından derleyip toparladığını anlamamızdır. Bu demektir ki kapitalizme temel sağlayan yegane düşünce olma özelliğini koruyor. Maddeciler kapitalizmin yıkılmasına dönük bir ideal devreye girmedikçe sermaye gücünü sarsmanın mümkün olmayacağını düşünüyor, buna mukabil idealistler sermaye etkinşiğiyle ihdas edilmiş düzenin ayakta kalmasını sağlayacak maddi tedbirler alınmadığı takdirde kapitalizmin çökeceğini ileri sürüyorlar. Durum bu merkezde olduğu için, ne kadar güçlü olursa olsun kapitalizmin çökebileceği konusundaki püf noktasından, bir çıkış yolu arayan bizim haberdar olmamız elimize çok etkili bir silah veriyor. Giderek diyebiliriz ki kapitalizmin azmanlaşması aynı zamanda çökebilirliği ihtimaline de azamet kazandırıyor.