- İnsan gülümsemeyi ertelememeli fotoğraflarda. Çocukken ve hatta hayatının ilk fotoğrafçısı 'Gülümseyin!' demişken...
Gülümsemeli insan! - Yaşlı bir adam gördüm, ölüm döşeğinde küçülmekte olan yaşlı bir adam gördüm, çok zaman önceydi, bilmiyorum kaç zaman önceydi, kaç dünya, kaç hayat önceydi bilmiyorum, bir yaşlı adam gördüm, hayatı sırtında hızla kamburlaşan çok yaşlı bir adam gördüm...
Gördüm ve kör oldum, kulağımda yaşlı adamın son sözleri:
-Kalbim bana yetmiyor! - ...vücudu çoktan hazırdı gitmeye, ama ruhu değildi, ruhun hesabı bitmemişti daha hayatla, cevaplara hiç vakit kalmamıştı belli ki, ama sorular bırakmıyordu yakasını hala, o uzun günün her yerini, ölümcül ve solgun döşeğin her köşesini kaplıyordu sorular, can çekişmek böyle bir şeydi belki, sanki bir can vardı ortada, bir yanından ölüm çekiştiriyordu onu, bir yanından sessizce hayat, çok sürmeyecekti bu çekişme, öyle bir yere kadar yürümüştü ki yaşlı adam, dönüşü yoktu, çalınmış kapı açılacaktı, bütün adımlar orada bitecekti, bütün yürüyüşler duracaktı, bütün ışıklar sönecekti, dünyada cevabına erişilememiş bütün sorular o yaşlı yorgun bedenle birlikte dünyadan gidecekti, gerçek buydu, mukadderdi...
- ...her şeyin üstünde bir cansızlık, her şeyin üstünde bir uzaklık, çok uzaklardan geliyor sesler, başka bir dünyanın yankıları gibi, hareketler hızını kaybetti, anlaşılmaz bir yavaşlıkla oluyor her şey, kimseyle konuşmuyorum, hiç kimseye bir şey sormuyorum, sorduklarına cevap vermiyorum, bir köşede sessizce oturuyorum, kalksam her şey büyük bir gürültüyle yıkılacak, dünya tuz buz olacak diye korkuyorum, uzağım hayattan, çok uzağım, her gün daha da uzaklaşıyorum, o kadar uzaklaşıyorum ki elimi uzatıp dokunabileceğim hiçbir şey kalmıyor, yarım kalmış bir kitap, çayını soğutan bir bardak, bir fotoğraf, kapının önünden geçen bir satıcı, telaşla birbirini kovalayan saatler, günler, geceler, birbirine karışan mevsimler, haylaz çocukların gökyüzüne ulaşan çığlıkları, şen kahkahaları, dokunamıyorum hiçbirine, göremiyorum renklerini, canlılıklarını, tarifi güç bir körlük yaşıyorum, anlamayı beceremediğim bir görmezlik...
- ...gözlerimi sımsıkı kapatsam da hayatımın uçsuz bucaksız kalabalığını görmekten kendimi alamıyorum, hızla, şuursuzca, neredeyse bir sarhoşlukla yürünmüş onca yolu yeniden yeniden yeniden yürümeye kalkmak, her anına yeniden bakarak, yeniden dokunarak hayatın her kıvrımına, yeniden hissederek her şeyi, yeniden baştan yaşayarak, dayanılır şey değil bu, dayanılır gibi değil bu zoraki tecrübe, durup bu çılgın koşuya yeniden bakmak akıl kârı değil, acı veriyor, keder veriyor, pişmanlık veriyor, neye olduğu bilinemeyen özlem veriyor, hangi insan dayanabilir sadece kendine bakmaya, hangi kalp yeter, yetmez, yetmiyor, kalbim bana yetmiyor, gözlerim bu yükü kaldıramıyor, körlüğün gözleri bu kadar keskinleştirebiliceğini bilmiyordum önceden, ruhuma kasteden bir çift hançer şimdi gözlerim, iki sivri mızrak, hafızamdaki her şey kanayan bir yara, her ucundan sızlayan, her köşesi acıyan boylu boyunca bir hayat, farkediyorum ki bir yanda yaşarken insan, bir yanda kuruluyor ölüm döşeği...
- ...ürperiyorsun, nefesin tutuluyor, her yanını soğuk terler basıyor, boğazın hırıldıyor, dünyaya bıraktığın son şey olarak ağzından düşüyor sesin, belki de hiç kimse duymuyor söylediğini:
-Kalbim bana yetmiyor! - -Hey baksana!
-Evet!
-Nerelisin sen?
-Ölümlü.
-İçinden mi?
-Yok! Dışından.
-İnsanı bilir misin? Oralıdır.
-Ölüm büyüktür. Kimse kimseyi bilmez.
-İnsan insanı bilmez mi hiç!
-Asıl insan insanı bilmez. - - Hey baksana!
- Evet!
- Ölüm yakın mıdır buraya?
- Evet yakındır. Aramızda durur hep.
- Ama ben göremiyorum!
- Göremezsin.
- Neden peki?
- Çünkü göz uzağı görür. Ölümse yakın! - bir gün bir gemi batmış ve ıssız bir adam kalabalık bir adaya düşmüş
- Benim ürkek kelimelerimi koyabileceğim tek bir küçük boşluk bile kalmamış dünyanın üstünde. Kelimelerimi korkusuzca bırakabileceğim tek bir güvenli yer bile kalmamış.