Eğer düşüncede öldürdüklerimiz hakikaten yok olsalardı, yeryüzünde kimse kalmazdı. İçimizde çekingen bir cellat, hayata geçmemiş bir katil taşırız...
Geçmiş üzüntülerimizin tamamını mevcudunda bulunduran, mucizevi bir şekilde güncel bir hafızamız olsaydı, böyle bir yükün altında çökerdik. Hayat, ancak muhayyilemizin ve hafızamızın zayıflıklarıyla mümkündür...
Hayat ancak içine kattığımız yutturmaca derecesiyle hoşgörülebilirdir...
Nostaljik özlemde, elle tutulur bir şey değil, zamandan ayrışık ve bir cennet sezgisine yakın olan soyut bir sıcaklık aranır...
İnsan, güneşin altında doğan ve ölen şeylerin değerini bilmemiştir, güneş hariç; ümit içinde doğan ve ölen şeylerin de, ümit hariç...
Vardım, varım, ya da olacağım; dilbilgisinin sorunudur bu, varoluşun değil...
Kendi hükmünü mutlak olarak elinde bulundurmak ve bunu kullanmamak... bundan daha esrarengiz bir yetenek var mıdır..?
Mahvolmamış bir ruh mu..? Her neredeyse bulunsa da tutanağa geçirilse; bilim, azizlik ve komedi tarafından zaptolunsa..!
Beklenti içinde, henüz olmayanın içinde yaşamak, gelecek fikrinin varsaydığı kışkırtıcı dengesizliği kabul etmektir...
"Yeisle birleşeceğim ruhuma karşı, Ve düşmanı olacağım kendimin... " (III. RICHARD)
İvan Aleksandroviç Gonçarov
Emin Çölaşan
Arthur Schopenhauer
Jan-Philipp Sendker
Jamie McGuire
Demet Altınyeleklioğlu
Stieg Larsson
Aşkım Kapışmak
Sinan Yağmur
Mina Urgan