- Bir krala taç giydirdiler bugün. Çevredeki büyük sevinçleri, görkemli gülünçlükleri hem şaşarak, hem de son kerte tasalanarak gözledim. Bu gördüğüm alayları, Amerikan sirkleri ve Elhamra revülerinin dışında başka hiçbir şeyle karşılaştırmama olanak yok. Tüm bunlardan başka yaşamımda bugüne dek böylesine umutsuz, böylesine acıklı başka birşey de görmüş değilim. Aslında bu taç giyme töreninin tadını çıkarmak için dosdoğru Amerika?dan gelip Cecil oteline inmeli, oradan beş sterline alacağım bir biletle, temiz ve tok insanların yanına oturmalıydım. 'Benim suçum, Doğu yakasındaki pis ve yoksul insanların arasından gelmemdi. Doğrusu, kentin bu semtinden gelen fazla bir kalabalık yoktu. Doğu yakasının insanları, bir bütün olarak, Doğu yakasında kalıp sarhoş olmayı yeğlemişlerdi. Sosyalistler, demokratlar, cumhuriyetçiler, dört yüz milyon insanın kendilerine bağlı bir yönetici bulmasına zerre kadar aldırış etmeden, biraz temiz hava alabilme için bu taç giyme gününde kırlara açılmışlardı. Altı bin beş yüz kişi katılmıştı bu törene. Başpiskoposlar, papazlar, devlet adamları, prensler, subaylar, savaşçılar. Biz geri kalanlarsa, alayı durduğumuz yerden izledik.
- İşte böyle bir durumdaydı Trafalgar Alanı. Geçide katılanlar güç örneğiydiler. Üstün gücün örneği. On binlerce seçilmiş adam. Yaşamdaki tek görevleri körükörüne buyruk dinlemek, körükörüne insan öldürmek, yok etmek, yaşamı çiğnemek olan bir insan sürüsü. Onların iyi beslenmesi, iyi giyinmesi, iyi silahlanması onları gereğinde dünyanın bir ucuna götürecek gemilerin hazır bulunmas için, Londra?nın ve bütün İngiltere?nin Doğu yakası, çalışmak, çürümek ve ölmek zorundaydılar.
- ... O anda kendimi avutmak için Londra'da yapılan İstatistikleri düşündüm. Her dört insandan birinin bu kentte halkın yardımına avuç açarak öldüğünü anımsadım. Ya düşkünlerevinde ya tımarhanelerde, ya da buna benzer yerlerde göçüp gidiyorlardı bunlar.
- Beni en çok etkileyen yan, insanların böylesine katı yürekli olmalarıydı. Genel bir yerdeki sıraların üzerinde oturuyorduk. Hiç kimseye zararı olmayan bu garip, yersiz yurtsuz kitle aşağılanıyor, alaya alınıyor. Tabii salt eğlenmek için. Orada oturduğum sürece belki elli bin insan geçti önümüzden. Ne ki hiçbiri, kendilerine mutluluk getiren kralın bu taç giyme gününde, yüreğinde bir yumuşama duyup, çaresiz kadına altı metelik uzatarak: «Al şu parayı. Hiç olmazsa bu gece için kendine yatacak bir yer bul,» demedi. Özellikle kadınlar... Geçen kadınlar birtakım açık saçık söz çakıştırmalarında bulundular. Uyuklayan gariplerin önünden geçerken. Güldüler. Kendilerine eşlik edenleri güldürdüler.
- Bir Çin atasözü vardır, gerçektir ve şöyle der: ''Eğer bir insan üşengeç yaşarsa, başka bir insan açlıktan ölür.'' Montesquieu de şunu söylemişti bir zaman: «Birçok insanın yarı çıplak gezmesinin nedeni, başka birçok insanın yalnızca bir kişiyi giydirmek için uğraşmasından ileri gelir.» Bu iki deyim birbirini bütünler gibi geliyor bana. Doğu yakasının aç ve yoksul işçileri olan bizler bunu anlamamıştık, anlayamıyorduk. -Ailesiyle birlikte tek bir odada yaşayıp, döşemedeki boşlukları da başka yoksul işçilere kiralayan. -Ta ki, Batı yakasının süslü püslü, cicili bicili koruyucularını görene dek. Ancak o zaman anladık ki, birinin böylesine üstünün sağlam, karnının tok olması için, başka birinin yoksulluk içinde yaşaması gerekmektedir.
- İşçiyi toprağından sürüp çıkaranlar, toprağı işletenler ürün toplama zamanı gelince yine de işçilerin yardımına gereksinirler. Toprak verimli olmaya başlayıp da tüm zenginliklerini cömertçe ortaya koyduğu zaman, toprağından sürülüp çıkarılan kaldırım insanları, atıldıkları topraklara geri çağrılırlar. Geriye döndükleri zamansa, toplum dışı insanlardır bu işçiler, İngiltere?de aylaktırlar, her türlü toplumsal haklardan yoksun bırakılmışlardır, özkardeşleri tarafından yadsınmış ve alçaltılmışlardır tutukevlerinde, düşkünlerevinde, çalı diplerinde uyurlar. Nasıl yaşadıklarına gelince, bunu Tanrı bilir yalnızca.
- Bütünüyle mülkiyetçi bir düzen üzerine kurulmuş olan uygarlıklarda, mülkiyetin önemi ruhtan çok önce gelmektedir. Bu gibi düzenlerde mülkiyete karşı işlenmiş suçlar, insanlara karşı işlenmiş suçlardan daha ağır cezalara çarptırılır. Örneğin bir adamın, karısını pestili çıkana dek dövüp, onun kaburgalarından birkaçını kırması bayağı bir suçtur. Yatacak bir yere verecek parası olmadığından, geceyi yıldızların altında uyuklayarak geçirdiği için suç işleyen kimseden daha az ceza görür. Zengin bir demiryolu şirketinin vagonlarından üç beş tane armut çalan kimse, yolda hiçbir neden olmadan yetmiş yaşında bir yaşlıyı döven genç suçludan daha kötü insandır. Topluma ondan daha zararlı olduğuna karar kılınır. İş sahibi olduğunu söyleyerek bir oda kiralayan genç kız öylesine büyük bir suç işlemiştir ki, o ve onun gibilerin mülkiyet düzenini toptan yıkacağına inanılır, kat kat ceza verilir. Ama aynı kız Piccadilly kaldırımlarında, ya da sahilde, gece yarısından sonra aylaklık etse, kendisini satsa, polis en küçük bir biçimde araya girmez. O, etine karşılık elde ettği parayla kendisine yatacak bir yer sağlayabilir.
- Ezen sınıfın sürekliliği yalnız öteki sınıfların ezilmesi, yıkılmasıyla olanaklıdır. İşçi sınıfı sürekli olarak bu gettolara sürülüp tıkıldığı sürece, bu yıkılmanın etkilerinden kurtulamazlar. Boysuz, bodur bir soy yaratılmıştır. -Bunlar patronlarından kesinlikle ayrı bir soydur. Benzeşen yönleri yoktur. Kaldırım insanları oldukları için güçlü olmaktan, canlılıktan yoksundurlar. Erkekler bir karikatürden başka bir şey değildir. Kadınları, çocuklarıysa benzi soluk, kanı çekilmiş insanlardır. Mor halkalar çevrelemiştir gözlerinin altını. Ezilmişliklerinden kamburlaşmış. sarsılmışlardır. Genç denecek yaşta bükülürler. Yaşamları boyunca fiziki güzellikten uzak kalırlar.
- Erkekler ekonomik yönden nasıl patronlara boyun eğiyorsa, kadınlar da ekonomik yönden kocalarına boyun eğerler. Sonuçtaysa, aslında patronun yemesi gereken dayağı kadın yemiş olur. Hiçbir şey yapamaz üstelik buna karşı, ortada çocuklar vardır. Evin ekmeğini erkek kazanıyordur. Bu nedenle kadın kocasını tutuklattırıp çocuklarıyla beraber aç kalma korkusunu göze almak istemez hiçbir zaman. İş mahkemeye dayandığı zaman bunun ne kadar gerçek olduğunu deliller ortaya çıkarır. Mahkemede isteri krizleri arasında çırpınan, ağlayan, çocuklarının başı için bağışlanmasını yalvarışlarla isteyen kadındır genel bir kural olarak ve ilerde yiyeceği dayakları göze alarak.
- Kendine ait olan bu odanın kapısını istediği an kilitlemeli. Baş başa kalabilmeli kendisiyle. Okumak isterse okumalı. Ya da pencereden dışarıdaki dünyayı gözleyebilmeli. İstediği zaman dışarı çıkabilmeli üstelik. Odasına dönebilmeli istediği zaman. Hiç olmazsa cebinde, sırtında taşıdıklarının dışında kimi kişisel öteberilerini kendine ait olan bu odaya bırakabilmeli. Anasının, sevdiği kızın fotoğrafını, ya da istediği fotoğrafları asabilmeli duvara. Hiç olmazsa kendine ait olan bir oda için şöyle konuşabilmeli insan. ''Burası bana ait bir yer işte. Bana ait bir saray. Dünya buranın kapısı eşiğinde biter. İçeri adım atılınca buranın tek yöneticisi ben olurum.'' O zaman bu insan günlük işini çok daha iyi yapacak, daha iyi bir yurttaş olacaktır.