- Bedeninle burdasın ama iç yüzden ne işe koyulmuşsun? Avlanıyor musun? Yoksa avlıyorlar mı seni? Ne de durgun görünüyorsun görünüşte; fakat perdenin ardında hiç de kararın yok. Elbisen derenin kıyısında, sense suya dalmışsın; bu dalıştan sonra nasıl baş çıkaracaksın sudan acaba? Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. VI, s. 330. K.B. yayınları
- Sen şu kadarını bil ki dünyada hiç kimse, kimsesiz kalmaz; birisiyle uyuşamadın, uzlaşamadın mı bir başkası gelir onun yerine. Bu evden gidersem, evi boşaltırsam benim gibi bir başkası, yahut da benden beteri çıkar gelir. Dünya, binlerce yıldır, miras kalagelmiştir; baba, toprak altına gitti mi oğul, baba olur. Yalnız insan değil, hayvan da böyle; böyle olmasaydı dünyada bir tek canlı yaratık göremezdin. Geceleyin, gökyüzü damında güneş çekilip gitti mi güneşin yerini yıldızlar, yahut da Ay tutar. İnsan, bir hüneri, bir sanatı bıraktı mı tabiatı, bir başka işle, bir başka sanatla oyalanmaya koyulur. Çünkü bütün halkın gönlüne bir memur tayin edilmiştir, bu memur, onları işsiz-güçsüz, azıksız-sefersiz bırakmaz. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 362. K.B. yayınları
- Yüzlerce padişahlık şehri zulümle yıkıldı gitti; yüzlerce saltanat denizi, haksızlıkla kurudu, seraba döndü. Yüzlerce hırs burcu, nekeslik kalesi, yüzüstü, hendeklere yıkıldı, yarı uykuya dalmış yüzlerce baht, büsbütün uyudu, uykuya daldı. Gayb âleminin anacaddesi, zâten o kavma kapanmıştı, o kapkara zulüm Ayı da büsbütün örtüldü, bulut altına girdi, görünmez oldu. Şimşek gibi çakan, boyuna halkı yakıp yandıran o göz, feryatlara düştü, ağlamıya koyuldu, buluta döndü. Yüzbinlerce gönlü yakıp kavuran o gönül, şimdi Tanrı ateşinde kebab olup gidiyor. Ne mutlu o kişiye ki bir ibret aldı bundan; padişahın bu kahrı, bir kapı açtı ona. Gündüz olunca geceleyin ne yaptığını gördü, anladı ama ne fayda; rezil-rüsvay oldu, yüzlerce derde uğradı. Yüzü ak gündüz gibi geceleri dua ederek geçir; çünkü Nuh'un duası da geceleyin kabul oldu. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 350. K.B. yayınları
- A gönlümün hevesleri, gel-gel-gel-gel. A dileğim, isteğim, gel-gel-gel-gel. Bağlanmışım düğüm-düğüm, dağılmışım bölüm-bölüm, tıpkı saçların gibi, tıpkı saçların gibi. A benim düğümümü çözen, a benim dağınıklığımı düzene sokan, gel-gel-gel-gel. Yoldan, konaktan konuşma; artık konuşma, konuşma artık a benim yolum, konağım, gel-gel-gel-gel. Yerden alıvermiştin hani, bir avuç toprak, bir avuç toprak; o toprağın içindeyim ben, gel-gel-gel-gel. Ayırırım iyilikten kötülüğü, anlarım-anlarım bunu; güzelliğin ne anlamışım, ne bilmişim şaşkınım; gel-gel-gel-gel. Aşkınla yanıp yakılmasın aklım, aşkınla yanıp yakılmasın, hiçbir şey bilmiyorum, akıllı değilim hani, gel-gel-gel-gel. A padişah Salâhaddin, hem ortadasın, hem gizlisin; a şaşılacak şeyim, a temel direğim benim, gel-gel-gel-gel. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. III, s. 388. K.B. yayınları
- Aşk padişahının vefası yoktur diyorlar; yalan. Senin gecenin sabahı yoktur, gündüzü göremezsin diyorlar; yalan. Diyorlar ki: Aşk için ne diye öldürüyorsun kendini, beden yok olduktan sonra hayat yok; yalan. Aşk yüzünden gözyaşı dökmen abes, gözünü yumdun mu görmek, buluşmak yok diyorlar; yalan. Diyorlar ki: Şu zaman geçip gitti, biz de zamanımızı doldurduk mu can, o yana gitmez, buna imkân yok; yalan. Hayale kapılanlar, hayalden vazgeçmiyenler, peygamberlerin bütün hikâyeleri düzme, hayalden ibaret diyorlar; yalan. Doğru yolu tutmıyanlar diyorlar ki: Kulun,Tanrı kapısına varması mümkün değil; yalan. Gönül sırrını bilenler diyorlar ki: Sırları, gayb sırrını Tanrı, kuluna vasıtasız söylemez; yalan. Diyorlar ki: Kula gönül sırrını açmazlar, lûtfedip kulu göğe almazlar; yalan. Balçıktan meydana gelen insan, gök ehliyle âşina olmaz diyorlar; yalan. Diyorlar ki: Tertemiz can, şu yuvadan, aşk kanadiyle uçup havalanamaz; yalan. Halkın, zerre-zerre iyiliğine, kötülüğüne, o gerçek güneş, mükâfat vermez, ceza vermez diyorlar; yalan. Sus; eğer birisi sana harfsiz, sessiz söz olamaz derse de ki: Yalan. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 373. K.B. yayınları
- A güzel, yüzyıl kaçsan da yanımıza gelmesen gene senin işini alt üst ederiz, kendi işimize döndürürüz. Kaçma, çaresiz, feleğin çemberinden geçeceksin; ister kükremiş arslan ol, ister aşağılık, uysal koyun; bu, böyle. Beden, canın omuzunda çıkmış bir kan çıbanıdır, oldu mu neşter yarasına hacet kalmaz, patlar, boşalır. Ne mutlu o bâtıla ki bâtıldan kaçar, Tanrı aşkına sarılır, yapışır, hem de zamksız, çirişsiz. Gece-gündüz, ömür elbisesini arşınlayıp duruyorlar, ölçüp biçiyorlar, ya bir gün, ya bir gece mutlaka sonu gelecek bunun. Zavallı insan, aşk zebun etmiş onu, böyle bir süvari, sırtı yaralı ata ağır gelmiş. Sus, sükût âleminde varlığını kaybet; çünkü o aşkın işi, din mezhep âşıklarını öldürmektir. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 372. K.B. yayınları
- Bahar geldi, bahar geldi, miskler saçan bahar geldi. Sevgili geldi, sevgili geldi, hilim sahibi, esirgeyici sevgili geldi. Sabah şarabı geldi, sabah şarabı geldi, seher çağı içilen can şarabı geldi. Ay yüzlü saki, salına-salına şarap sunmaya geldi. Arılık-duruluk geldi, arılık-duruluk geldi; taş da ap-aydın oldu, kum da. Şifâ geldi şifâ geldi, her hastaya, her arığa şifa geldi. Sevgili geldi, sevgili geldi iştiyak çekenlerin gönüllerini almıya. Hekim geldi, hekim geldi, o uyanık aklı başında hekim geldi. Semâ 'geldi, semâ' geldi, başağrısı olmıyan semâ' geldi. Buluşma geldi, buluşma geldi, ünlü buluşma geldi. İlkbahar geldi, ilkbahar geldi; eşsiz-örneksiz ilkbahar geldi; şakayıklar, reyhanlar, güzel yüzlü lâle geldi. Birisi geldi, birisi geldi, onun yüzünden adam olmıyan da birisi olur. Bir Ay geldi, bir Ay geldi ki her tozu-toprağı yatıştırır. Bir gönül geldi, bir gönül geldi ki gönülleri güldürür o; bir şarap geldi, bir şarap geldi ki her çeşit mahmurluğu giderir o. Bir avuç geldi, bir avuç geldi ki deniz, ondan bulur inciyi; bir padişah geldi, bir padişah geldi ki her ülkenin canıdır o. Nerden geldi, nerden geldi ki burdan asla gitmemişti o; fakat göz, bâzı olur, görür-anlar, bazı da görmez ibret almaz. Gözümü yumayım, susayım, açayım, söyliyeyim, o geldi; odur uykuda da eş-dost, uyanıkken de. Şimdi söyliyen susar, susan, söze gelir; sayılı harfi bırak, sayısız harf geldi. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. V, s. 416. K.B. yayınları
- Ey çenk, İsfahan perdesini istiyorum. Ey ney, yakıp yandıran güzel bir feryad istiyorum ben. Hicaz perdesinden güzel bir teranedir, tuttur; hüthüdüm ben, Süleyman'ın ıslık sesini istiyorum. Irak perdesinden Uşşaka armağanlar götür, çünkü Rast ve güzel nağmeli Bûselik makamlarını arzuluyorum. Huseyniye gir, çünkü Mâye dedi ki: O küçüklerimin de, büyüklerimin de hafif perdesini istiyorum şimdi. Rehâvi makamıyle uyuttun beni, Zengüleyle uyandır, şimdi onu istiyorum ben. Bu müzik bilgisi bence şehadet getirmektir âdeta; mademki inanmışım, şahadet getirmeyi, imanımı bildirmeyi istiyorum. A aşk, aklı dağıt gitsin. A aşk, perişan nükteler istiyorum ben. A güzel rüzgâr, aşk yeşilliğinden, aşk bahçesinden esip geliyorsun, bana da uğra, gül bahçesinin kokusunu istiyorum. Sevgilinin ışığında güzellerin şekilleri görünmede; sevgilinin yüzünü seyretmek, onları görmek istiyorum ben. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 299. K.B. yayınları
- Yeni baştan cefaya başladın, hatırla bunu, dediğini yapmadın, sözünde durmadın, hatırla bunu. Kıyamete dek seninle eşim demedim mi, cevretmekle eşsin şimdi, hatır-la bunu. Karanlık gecelerde, beni yapayalnız, uyanık bıraktın da gittin, uyudun, hatırla bunu. Düşmana karşı diken olacağım dememiş miydin; onunla gül gibi açıldın-saçıldın, hatırla bunu. Düşmanın kulağına birşeyler söylüyordun da beni gördün, gizlendin; hatırla bunu. Eteğine sarıldım; şöylece bir eteğini çektin de gittin; hatırla bunu. Sana, yumuşaklıkla sitemler ediyordum; sense ağır sözler söylüyordun bana, hatırla bunu. Defalarca düştün; ben tuttum elinden senin; bir kere daha düşebilirsin; hatırla bunu. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. VI, s. 179. K.B. yayınları
- Sen beni istemesen de ben seni canla-gönülle isterim; bana kapıyı açmasan da kapının eşiğinden ayrılmam, orada oturur kalırım. Balığa benziyorum, dalga, beni karaya vursa da gene sudan başka sığınacağım yer yoktur, gönlüm, sudan başka bir yer istemez. Başımı alıp da nerelere gideyim, gönlüm-canım mı var? Ben de, beden de, gönül de ancak padişahlar padişahı güzelimin gölgesine sığınmışız? Yıkılmış, kendimden geçmişsem, sarhoş olup gitmişsem, kendimden geçişim, sarhoşluğum senden; birşey biliyor, birşey duyuyorsam bilişim, duyuşum gene senden. Eğer bende bir gönül kalmışsa gönlümü alan sen değil misin? Bir saman çöpüysem meselâ, kehlibarım* gene sen değil misin? Bugün yağlı-ballı çörek yiyormuşum gibi ağzıma gelen tat, sayıya sığmayacak derecede tatlı olan o güzelim dudaklarının tadından, lezzetinden değil de nedir? Gönlümden iki dünyayı da sürdüm, çıkardım da "he" gibi geçtim, Allah'ımın yanına oturdum âdeta. Ne mevki düşünürüm, ne sultanlık, ne de ululuk; mevki olarak da yeter bana aşkının devleti, rütbe olarak da. Kul hüvallah gibi baştan başa tenzih** denizine dalmış, gark olmuş gitmişiz; Müşebbihe*** gibi benzerler isbatına uğraşıp da başaşağı düşmemişiz biz. Tatara benziyen gamın, kızar da yağmaya, çapûla (Farsça: yağma, saldırı) başlarsa ben, tıpkı otağ gibi aşakla-sabırla (Aşak-Osmanlıca: sarmaşık) kemerimi kuşanmışım, ayak direr, dururum. Tenbelim, kervanın içinde geç kalan biriyim amma vakitli-vakitsiz, bütün yolculuklarım da sanadır. Dolunay gibi doğ da bunun tamamını sen söyle; çünkü Ay taliim ayrılık düğümüne düştü, bulut altına girdi, görünmez oldu. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. III, s. 259. K.B. yayınları * Bir çam türü olan ağacın fosilleşmiş reçinesidir. Toplumlarda bazı süs eşya yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeşitli renklerde yarısaydam, kolay kırılabilen ve bir yere gömüldüğü zaman ufak cisimleri kendine çekme özelliği kazanan bir fosildir. ** Hiç bir şeydir, çünkü algılananlar görünürde vardır. *** Müşebbihe, İslam dininde bir fırka. Teşbih, benzetmek anlamındadır. Müşebbih de teşbih kelimesinden türer ve benzetenler anlamına gelir. Fırkanın bu ismi almasının nedeni Allah'ı insan veya diğer yaratıklara benzetmeleri veya onun sıfatlarını çeşitli şeylere benzetmeleridir. Ayrıca, insanlarınki gibi olmasa da Allah'ın organlarının bulunduğuna inanan görüşler de bu fırkanın içinde sayılır. Müşebbihe grubunun temel düşüncelerinin Cehm bin Safvan'ın Allah'ın sıfatlarını inkar etmesine tepki olarak doğduğu düşünülür. Müşebbihe kendi içinde birçok farklı gruba ayrıldığı gibi, Müşebbihe'nin temel düşüncelerini veya benzerlerini barındıran diğer gruplar da Müşebbihe'nin içinde ele alınır.