- Aşk arslanın kanımız içmeye kalkışırsa tut ki içmiş; ne olur ki? Her an bir başka can fedâ etsem tut ki fedâ ettim, ne değeri var canın? Şimdi sana bir sır açayım: Sen şarab olduktan sonra pervâsızca şarab içtim ben; ama birisi gelecekmiş de sarığımı, ayakkabımı alacakmış; tut ki gelmiş, almış, ne olur ki? Aklın başında, gösteriş yapıyorsun desem ne çıkar? Tut ki birbiri ardınca çakıp duran bu çeşit yıldırımlarla beraber gösteriş de yapmışsın; nen eksilir? Canımın elinde ebedilik fermânı var; görünüşüm, bugünlük, yarınlık; tut ki ölmüş-gitmişim, canım sağ ya. Tanrı'dan bir deniz isteyip duruyorsun amma toprakta sürünen bir yılansın sen; balık olmadıktan sonra eline deniz geçmiş, neye yarar yâni? Üzüm sıkıyorsun, sonra da ben riyâzat çekiyorum diyorsun; şarab içmedikten sonra üzüm sıkmışsın, ne faydası var? Yürekleri tertemiz sûfilere, tortulu şarab içtiler diyorsun; tertemiz sûfilerin şarapları var, ama sen, tortulu şarab say onu, ne çıkar? Bizim şarabımızı içip ağacında gülmiyen çiçeği tazeyse de, gülüyorsa da solmuş say. A Tebrizli Şems, sen bir güneşsin, senden başkasından ışıklanmanın çaresi yok; sen olmazsan dünyada gece olur; tut ki yıldızları sayıp durmuşuz, ne geçer elimize? Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. III, s. 349. K.B. yayınları
- Ömür, yarının ümidiyle geçip gitmede; gafilcesine kavgalarla-gürütülerle bitip durmada. Ömrünü, içinde bulunduğun bugün say; bir bak bakalım, ne sevdâlar geçiyor? Gâh kese kaygısıyla, gâh kâse ümidiyle gidiyor ömrümüz; her solukta keseden eksilmede. Ölüm, bir-bir çekip alıyor bizi; akılların beti-benzi, onun heybetinden sararıp soluyor. Ölüm, yolda durmuş, bekliyor; ticarete dalansa seyre-seyrane gitmede. Ölüm, anıştan da yakın bize; fakat gaflete dalanın aklı nerelere gitmede, bilmem ki. Bedeni besleyip geliştirmiye bakma; sonucu kurban olacak zâten; gönlü beslimiye bak, çünkü odur yücelere giden. Şu leşe, yağlı-ballı şeyleri az ver; çünkü kalıbını besliyen rezil-rüsvây oluyor da gidiyor. Cana, yağlı-ballı düşünüş, anlayış, buluş gıdaları ver de gideceği yere kuvvetli gitsin. Düşünüş, anlayış, buluş da Selâhaddîn'den gelir sana; çünkü o, güneş gibi yapayalnız gidiyor. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. IV, s. 172. K.B. yayınları
- Bön adam ne söyleyebilir; güneşten ancak bir zerre, uçsuz bucaksız denizden bir katre olan kişi, şu sonsuz macerayı nasıl anlatabilir? Sana bir katre gösterdi mi ötesini anlarsın artık. Alım-satımda da ambardaki buğdaydan bir avuç buğday gösterirler. O bir avuç buğdayı gördün mü geri kalanını bilirsin, değirmen dönünce nasıl bir un olacağını bilirsin. Sende eski bir ambarsın, elini bir daldır da al şu ambardan bir avuç buğday; gör bakalım ne çeşit bir buğdaysın, bir gör de sonra değirmene götürmiye kalk. O âlem değirmene benzer, şu âlemse harmana; burada buğday mısın, fasulye mi? Her ne isen orada da ancak osun. Yürü, bırak şu inadı a inatçı, bak, o hoca bekleyip duruyor; o işini yarım yamalak gören işçi, acele etmede, hadi gel diye çağırmada. Ey hoca nasılsın sen, söyle; bu fitnelerle dopdolu yerde yorulup kalmışsın; çaresiz dertlere uğramış bir halde kanlara batmışsın, topraklara bulanmışsın. Hoca diyor ki; Medet ey Müslümanlar, sakının gönüllerinizi, aklınızı başınıza alın, benim kanım döküldü, bâri bu, sizin başınıza gelmesin. Âşıkların ızdırabını gördükçe çok kınadım onları, fesatlarla, kötülüklerle dolu bir gönülle çok kötü, çok yaraşmaz sözler söyledim onlara. "İnceden inceye halkla alay edip koğuculukta bulunanların vay hallerine" âyeti, kötü sözler söyliyenlerin hakkındadır. Alay edene koğuculukta bulunanın devası, yaptığına uğramaktır, ettiğini bulmaktır ancak. O insan ağzı mıdır, yılanla akrebin oyuğu mu? O oyuğu samanlı balçıkla sıva yakınları dalatma akrebe. Aşka düş de adı sanı terket, taneleri de bırak, tuzağı da; taşa altın adını tak, cefaya, eziyete şeker de. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. I, s. 11. K.B. yayınları
- Sevgili ne yaparsa yapsın, nasıl olur da kötü olur yaptığı iş? Ekini arttıran, çayırı-çimeni çoğaltan, ateş olabilir mi hiç? O güzel sevgilinin yaptığı resimlere, şekillere, akıldan başka bir sergi nasıl olabilir? Sarhoşuna sunduğu şerbet, güzel, temiz, gönül çeker bir olmaz da ne olur yâni? Altı köşeli bir gemidir bu altı yönlü dünya; kıyısı-bucağı olmıyan, önü-sonu bulunmıyan deniz, nasıl sığar bu gemiye? Bu denizden bir suya sahib olan nerkis göz, o denizi tanımada kör olur mu hiç? Bir göz, râzılık ışığıyla açılırsa nasıl olur da gazebe uğrar, her an görüşü azalır? Kendine gel, sus, Tanrı'nın merkinden kork; korkudan titreyen devlete dayanılır mı hiç? Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. IV, s. 174. K.B. yayınları
- Yüzünüzü seyretmedeyiz, yeşilliğe de boş vermişiz, gül bahçesine de; gözüne dalmışız, şarabı da boşlamışız, şarapçıyı da. Evi rehine vermişiz, mahalleni yurd edinmişiz; dükkanı yıkmışız, işe boş vermişiz. Neyimiz varsa hepsini de aşk yağmaladı; kârdan da geçmişiz, ziyandan da, alış-verişten de. Aşk dâvasına girişmek, ondan sonra da namus, ad-san, ar-hayâ kaydına düşmek, olmıyacak bir iş; utanmayı satmışız, âra-hayâya boş vermişiz. Neşe yurdu, gönül hoşluğu ülkesi, bize verilmiş; azın-çoğun varından da geçtik, yoğundan da. Başımız yüceldikçe yüceldi, gökleri bile aştı; çünkü aşk zevkıyle baştan da geçtik, sarıktan da. Biz söz söylüyoruz, sen inkâr ediyorsun, iki âlemin ikrarına da boş verdik biz, inkârına da. Şu bir avuç köpeğe bak; nasıl da birbirlerine düşmüşler; biz köpekten doğmadık, köpek değiliz, leşe boşverdik biz. Sırlarını Tanrı bilir ancak, bu da yeter gider; bizse kötünün kötülüğünden de geçmişiz, düzencinin düzeninden de. Aşkın verdiği ders nasıl, ne vakit unutulur? Artık ondan bahsetmiye de boş verdik, ona dair söz kavgasına girişmiye de, onu tekrarlamıya da. Gizlice ne yaparsan apaçık o biter; dilediğin tohumu ek, boş vermişiz biz. Yol arkadaşının mıhladızı çekti de söyletti bizi; yoksa bu yolda sözden geçmişiz biz. Tebriz'in övündüğü Şemseddin'in yüzündeki nur sayesinde dönüp duran gök kubbedeki güneşe bile boş vermişiz biz. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 382. K.B. yayınları
- Gül dalıyız biz, ot değil; terü tâze bir şîve istiyoruz biz. Gökyüzü bahçesinin çiçeğiyiz; Tanrı meclisinin mezesiyiz, şarabıyız biz. Ark değiliz, suyuz biz; bulut değiliz, Ayız biz. Levhiz, kalemiz, harfler değiliz; kılıcız, bayrağız, ordu değiliz. Hem oka benziyen bakışından yaralanmışız; hem siyah saçlarına bağlanmışız. Âşıksız, gönülsüz, yoksuluz biz; hem çocuğuz, hem genç, hem ihtiyar. Bârut gibiyiz, kuru odun gibi; hemencecik aşk ateşiyle alevleniyoruz. Aşk ateşiyle parlıyoruz; fakat şimşek gibi çabucak sönmüyoruz. Arslan gibi ciğer kanını içiyoruz; pars gibi peynire âşık değiliz biz. Siz hangi eti tutuyorsunuz derler; de ki: Senin elini tutuyoruz, elden tutanlarız biz. Kendisine tapanlar katında tiken gibiyiz amma dotsa tapanlar katında ipek gibiyiz. Mum gibi yanıp yakılan âşıktan ayrılmamıza imkân yok, sanki fitiliz o muma. Bizden kaçma, çünkü biz seninle, sütle bal gibi karılmışız, birleşmişiz. Sen, eşsiz bir av beyisin; biz de eşsiz bir avız. Güzellikte, tandırın kızarmış; yay bizi o tandıra, hamuruz biz çünkü. Bizi, ayaklarının altına yay; ayaklarının altında bir hasırız âdeta biz. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. V, s. 300-319. K.B. yayınları
- Dal gamına ey can, çünkü sabır, sıkıntının anahtarıdır; dal gamına da sonucu melhemi yüz göstersin; sıkıntının anahtarıdır sabır. Dertlere, kederlere öylesine dal ki sonucu, ansızın Tanrı kürsüsü de tapına gelsin, ulu arşı da; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. Dünyanın nuruyla gül de dünyanın düğünü derneği ol, yasından kurtul, emniyete ulaş, çünkü sabır, anahtarıdır sıkıntının. A gönlüm, erkekten de vazgeç, kadından da; sök, çıkar onların sevgisini içinden de aşkla dayın da olsun, amcan da; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. Gökyüzü gibi iki büklüm olur, buyruğa uyarsan felekten de, eğri düzen işlerinden de kurtulursun, sabır anahtarıdır sıkıntının. Hem benlikten halâs olursun, hem perçemini eline dolar da boynunu vurursun şeytanın; sıkıntının anahtarıdır sabır. İkbalin ayağına gelir, devletin huzuruna. Kademiyle kutlanırsın, sabır, sıkıntının anahtarıdır. İçinde bir dert var ki işin, onun yüzünden tersine düşüyor; hemencecik onu bağla sımsıkı; çünkü sıkıntının anahtarıdır sabır. Tanrının bir hoş alemi vardır, bir an bile şu âleme bakma; Tanrı'dan başka mahrem yoktur o aleme, sabır sıkıntının anahtarıdır. Sus, sırları söyleme, sus ki "mim ledün" sırrına ağyar nasıl erebilir? Sıkıntının anahtarıdır sabır. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir
- Akıl çengimden benlik, senlik telini kopar da hemencecik gönül nağmesine koyul, bir benim için çal, bir senin için. İştiyak birliğinde hepimiz de birleşiriz, bir oluruz; fakat söze başladık mı ben ayrı bir dost olurum sen ayrı bir dost. Bir mağaraya daldık mı Ahmed'le Abû-Bekr'e döneriz, çünkü ikilik, benim için ayrı bir mağaradır, senin için ayrı bir mağara. Tikenlik âleminde çok sefer ettik, artık sen, ayağımdan benlik, senlik tikenini çek, çıkar. A gönül, Mesih'inin gölgesine sığın da sarhoş bir halde yat, uyu; o gitmişti de onun için bende ağlayıp inlemedeyim, sen de. Ben altına daldım, sense ey baş, secde edip durmadasın; evet, benim de işsiz-güçsüz durmam yaraşmaz, senin de. Beni arıyan kişi, senin mahallende aramalı; çünkü bir kişi Leylâ olsa ancak sen olabilirsin, Mecnun'a dönse ancak bana dönebilir. Yol kesen hırsızlar tutuldu, kısas çağı geldi, şimdi ona bir darağacı ben kurayım, bir darağacı sen kur. Sus ki susmak, bana da övünmedir, sana da; söyleyişte, sabretmeyişte, sana da ayıp âr vardır, bana da. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 163. K.B. yayınları
- Ey sarhoşların gümüş bedenli dilberi, ey yüzünden işimin-gücümün altın kesildiği güzel, hem gümüşümü yele ver, hem gümüşümü, altınımı al. Kışın tam ortasında atını bir hızlı sürdün mü meydanın kızgınlığından yaz bile yanar kavrulur. Bir günlük çocukcağaz bile senin koşa-sıçraya oynayışını görse sütten kesilir, anadan da vazgeçer, memeden de. Eyvahlar olsun o andan ki file benziyen gönlüm, sizin sarhoşunuz olur da Hindistan'ı hatırlar. Bir gün olur da aşkınla ölüm ıstırabına düşersem, ölüm titreyişi bütün vücudumu kaplarsa her parçam, o aşkın ateşiyle bir gül bahçesi kesilir. Sen gönül perdesinin ardından bir baş çıkar, bir görün de bedenimdeki her kıl sarhoş olsun, yeni baştan geçsin kendinden. Sana ait her hâtıram, her yâdım, aşkının damına, kapısında çıkmış bir kızoğlan kızdır; o kadar cilvelenmektedir, o kadar işvelenip aldatmakta. Derken yüzünün parıltısıyla her bir hâtıram, her bir yâdım, senin gibi bir padişaha gebe kalır. Ey Tebrizli Tanrı Şems'i kim seni sorarsa kıskançlığımdan hemencecik kimdir, hangi adamdır, soran diye onu, hem görmiye başlıyorum hem söylenmiye. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 158. K.B. yayınları
- Birlikte mekânsız hale gel, yokluğun ta kendisinde yer edin, ikilik fikrini taşıyan her başı kes, as puta tapanın boynuna. Bu kutsî Devekuşu'nu, kanatları belirmeden, varlık kafesinde, şükrane olarak şekerle besle. Ezel sarhoşu oldun mu ebed kılıcını al, bir Hintliye benziyen varlığı Türkçesine yağmaya koyul. Varlık tortunu süz, sızır, arıt, o mâna şişesini arı-duru şarabiyle doldur. Yeryüzünün yılanı oldukça nerden din balığı olacaksın? Sevgili, balık oldun mu da herşeyi at denize. Hayvanlara bak, hepsinin de başı yere eğilmiştir; adamsan kendine gel de başını yücelere kaldır. Âdem medresesinde Tanrıya mahrem olduysan meleklerin âleminin başköşesine geç, otur da onlara Tanrı adlarını öğret. İlla saltanatını elde etmek istiyorsan yokluğa var, yok ol; yokluktan bir süpürge al da herşeyi sil süpür. Yola çıkarsan mânaa bineğine bin, bir yeri yurt edineceksen gök kubbenin en üstünü yurd edin. İstiska* illetine tutulmuş da susuzluğu gitmez adam gibi hiç bir şeye kanma, ne kadar yücelirsen yücel, dahada yücelmeye çalış. Başı olan rûh, yüzünü kapıya döner; senin de başında bu sevda varsa sarıl bu sevdaya canla, başla. Beden gölgesiz olmaz, gölgede aydın olmaz; sen var, yapayalnız pencerenin bulunduğu yere doğru kanat çırp da uç. Mecnunun töresine uy da kavganın, gürültünün başı kesil; çünkü bu aşk, daima halktan ayrıl demektir. Hem yakıp yandıran ateş ol, hem piş, kavrul; hem sarhoş ol, hem şarap kesil, hem de ikisi de olmaksızın ikisinin de neşesine sahip ol. Hem baş ol, mahrem ol; hem soluk al, hem soluk kesil. Hem biz ol, hem bizim ol, hem de kulluk et bize. Hıristiyan'ın senin manastırına gizlice yol bulamaması için gâh zünnâra** aşık ol, gâh haça sarıl. Bilgi sahibi oldun amma varlık yüzünden oldun; varlık gözünü bırak, varlığı görme de yürü, can gözünü aç, can gözüyle gör. Başını ayak yap da Hızır huylu Musa olan Tebrizli Tanrı Şems'ine yürü, yed-i beyzâyı görmiye çalış. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. II, s. 156-157. K.B. yayınları