Sen beni istemesen de ben seni canla-gönülle isterim; bana kapıyı açmasan da kapının eşiğinden ayrılmam, orada oturur kalırım. Balığa benziyorum, dalga, beni karaya vursa da gene sudan başka sığınacağım yer yoktur, gönlüm, sudan başka bir yer istemez. Başımı alıp da nerelere gideyim, gönlüm-canım mı var? Ben de, beden de, gönül de ancak padişahlar padişahı güzelimin gölgesine sığınmışız? Yıkılmış, kendimden geçmişsem, sarhoş olup gitmişsem, kendimden geçişim, sarhoşluğum senden; birşey biliyor, birşey duyuyorsam bilişim, duyuşum gene senden. Eğer bende bir gönül kalmışsa gönlümü alan sen değil misin? Bir saman çöpüysem meselâ, kehlibarım* gene sen değil misin? Bugün yağlı-ballı çörek yiyormuşum gibi ağzıma gelen tat, sayıya sığmayacak derecede tatlı olan o güzelim dudaklarının tadından, lezzetinden değil de nedir? Gönlümden iki dünyayı da sürdüm, çıkardım da he gibi geçtim, Allah'ımın yanına oturdum âdeta. Ne mevki düşünürüm, ne sultanlık, ne de ululuk; mevki olarak da yeter bana aşkının devleti, rütbe olarak da. Kul hüvallah gibi baştan başa tenzih** denizine dalmış, gark olmuş gitmişiz; Müşebbihe*** gibi benzerler isbatına uğraşıp da başaşağı düşmemişiz biz. Tatara benziyen gamın, kızar da yağmaya, çapûla (Farsça: yağma, saldırı) başlarsa ben, tıpkı otağ gibi aşakla-sabırla (Aşak-Osmanlıca: sarmaşık) kemerimi kuşanmışım, ayak direr, dururum. Tenbelim, kervanın içinde geç kalan biriyim amma vakitli-vakitsiz, bütün yolculuklarım da sanadır. Dolunay gibi doğ da bunun tamamını sen söyle; çünkü Ay taliim ayrılık düğümüne düştü, bulut altına girdi, görünmez oldu. Hz. Mevlâna Divân-ı Kebir - c. III, s. 259. K.B. yayınları * Bir çam türü olan ağacın fosilleşmiş reçinesidir. Toplumlarda bazı süs eşya yapımında kullanılan açık sarıdan kızıla kadar çeşitli renklerde yarısaydam, kolay kırılabilen ve bir yere gömüldüğü zaman ufak cisimleri kendine çekme özelliği kazanan bir fosildir. ** Hiç bir şeydir, çünkü algılananlar görünürde vardır. *** Müşebbihe, İslam dininde bir fırka. Teşbih, benzetmek anlamındadır. Müşebbih de teşbih kelimesinden türer ve benzetenler anlamına gelir. Fırkanın bu ismi almasının nedeni Allah'ı insan veya diğer yaratıklara benzetmeleri veya onun sıfatlarını çeşitli şeylere benzetmeleridir. Ayrıca, insanlarınki gibi olmasa da Allah'ın organlarının bulunduğuna inanan görüşler de bu fırkanın içinde sayılır. Müşebbihe grubunun temel düşüncelerinin Cehm bin Safvan'ın Allah'ın sıfatlarını inkar etmesine tepki olarak doğduğu düşünülür. Müşebbihe kendi içinde birçok farklı gruba ayrıldığı gibi, Müşebbihe'nin temel düşüncelerini veya benzerlerini barındıran diğer gruplar da Müşebbihe'nin içinde ele alınır.
Diğer Mevlana Celaleddin Rumi Sözleri ve Alıntıları
- A Müslümanlar, a Müslümanlar, gönlünüzü koruyun; çevremden çekilin; ne bakın bana, ne gönlümü almaya çalışın.
- Hasta bir doğana benziyorum; hastalıktan yeryüzünde kalmışım; ne yerdekilerle aynı cinstenim, ne de uçmama imkân var.
- Bilginler ne oldu, yazarlar ne oldu? Şu dîvan da artık bir tek cesur insan bile bulamazsın. Ah; ne kadar da unutkandır şu sayıca üstün olan topluluk; bilginlerinin şöylece bir duruşu bile yoktur. Utan artık! Barış ehliyle uzlaş; savaştan vazgeç, kadehi al eline.
- Güneş doğdu, bu halk neden uyuyakalmış? Can, gündüze, göz, nura âşık değil mi ki? Uyuyan kişi, sağa-sola döndü, hareket etti mi uykusu dağılır gider. Aşağılık kişi uyuyunca aşağılıklığını hatırına bile getirmediği için uyanmak istemez. YâSîn sûresinin sonlarındaki "Bu, ancak bir bağrıştan ibaret" âyetini oku; aşağılık kişi de bir bağırışta kibir uykusundan uyanır.
- Delinin elinden silahını al da, adalet ve barış senden razı olsun. Savaşların asılları barışlardır. Bırakın savaşı, gönlüm barıştan bile ürkmektedir. Düşmanlık edebileceğin nefsin ile savaş ki; onu esir alman mümkün olsun. İnsanların savaşları, çocukların kavgalarına benzer; hepsi anlamsız ve saçmadır. İnsanlar barış için uğraşır, ancak rahata ulaşmanın yolu da ayağa kalkmakla başlar. Neden diriye düşmanız. Madem ölümden sonra barış yapacaksın, neden ömür boyu senin üzüntünle sıkıntı içindeyiz.
- Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: Kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de, tertemiz kokan bir kul gördünüz mü, ay parçası bir yüzü var, baştanbaşa fitne. Savaş vakti tez gider, de , tellal, barış vakti uysal olur, de. Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: İnce boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü, tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü? Sırtında bir al kaftan taşıyor. Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de , tellal, Çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de. Nerede bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: Onun bağından bir meyva devşiren var mı ey insanlar, de, onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı? İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki, söyle, verdim canımı ona gitti, telal, verdim ona gitti.
- Oraya gitme dedim sana, seni belâlara uğratırlar dedim, dedim ayaklarını bağlarlar. Gidersen dedim nerden kurtaracaklar seni, orda tuzaklar içinde tuzaklar var. Dedim orda ne idüğü belirsiz kişiler bir sürü ipe sapa gelmez laf ederler. Dedim bir lokma gibi kapıverirler seni, atarlar ciğer gibi çorbalarının içine, gözyaşına bakmazlar. Dedim hamur yoğurur gibi yoğururlar seni, havaya uçururlar dedim dağ olsan. Çekerler dedim derinin içinden pamuk çeker gibi. Hayale dönersin dedim sonra, yönsüz hale gelirsin dedim sonra. O aşağılık herifler hayvan gibi ot yerler dedim, bir ele geçirdiler mi dedim ananı bellerler. Oraya gitme dedim, oraya gitme dedim sana.
- Göz gamın ne olduğunu bilseydi, gökyüzü bu ayrılığı çekseydi, padişah bu acıyı duysaydı; göz gece demez gündüz demez ağlardı, gökler yıldızlara, güneşle, ayla gece demez gündüz demez ağlardı. padişah bakardı ününe, tacına, tahtına, tolgasına, kemerine, gece demez gündüz demez ağlardı. Gül bahçesi güzün geleceğini duysaydı, uçan kuş avlanacağını bilseydi, gerdek gecesi bu özlemi görseydi; gül bahçesi hem güle hem dala ağlardı, uçan kuş uçmaktan vazgeçer ağlardı, gerdek gecesi öpüşmeye, sarılmaya ağlardı. Zaloğlu bu zülmü görseydi, ecel bu çığlığı duysaydı, cellâdın yüreği olsaydı; Zaloğlu savaşa, yiğitliğe ağlardı, ecel bakardı kendine ağlardı, cellât, yüreği taş olsa, ağlardı. Kumru, başına geleceği duysaydı, tabut, içine gireni bilseydi, hayvanlarda bir parça akıl olsaydı; kumru selviden ayrılır ağlardı, tabut omuzda giderken ağlardı öküzler, beygirler, kediler ağlardı. Ölüm acılarını gördü tatlı can, koyuldu işte böyle ağlamaya. Olanlar oldu, gitti dostum benim. şu dünya bir altüst olsa, aülasa yeri var. öylesine topraklar altında kalmışım
- N E V A K İ T T T O L A C A K N E V A K İ T T O L A C A K N E V A K İ T O L A C A K N E V A K İ T ... Ş A R A P P P O L A C A K Ş A R A P P O L A C A K Ş A R A P O L A C A K Ş A R A P... B E N N N O L A C A Ğ I M B E N N O L A C A Ğ I M B E N O L A C A Ğ I M B E N... O O O L A C A K O O L A C A K O L A C A K O...
- Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: kaçan bir kul gördünüz mü ey insanlar, de, tertemiz kokan bir kul gördünüz mü, ay parçası bir yüzü var, baştanbaşa fitne. Savaş vakti tez gider, de, tellal, barış vakti uysal olur, de. Nerde bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: ince boylu, güler yüzlü, tatlı sözlü, tez canlı, çevik bir kul gördünüz mü? sırtında bir al kaftan taşıyor. Kucağında bir rebap, elinde bir yay var, de, tellal, çaldığı hep güzel, hep sıcak havalar, de. Nerede bir topluluk görürsen, tellal, hiç durma, bağır: onun bağından bir meyva devşiren var mı ey insanlar, de, onun gül bahçesinden bir demet gül deren var mı? İş ki çıksın bir habercik getirsin biri ondan bana, tellal çıksın biri ondan bana bir şeyler desin iş ki, söyle, verdim canımı ona gitti, tellal, verdim ona gitti.