- Ayrıca, bir hazzı tasarlarken temel aldığımız tavırlar, kadından, buna uygun kadın türünden önce gelir. Hazzı da, yeri de bu tavırlar belirler; bu yüzden de, değişken zihnimize, başka haftalarda dudak bükeceğimiz bir kadını, bir yeri, bir odayı getirirler sırayla. Tavrın kızları olan kadınların bazıları, yanlarında huzur bulduğumuz geniş yataktan ayrı düşünülemezler; bazılarıysa, daha gizli bir niyetle okşanmak için, rüzgârda yapraklar, gece vakti suda kıpraşmalar isterler, onlar kadar hafif ve oynaktırlar. 343
- Son gezinti arabası da geçtiğinde, sevdiğiniz kadının artık gel-meyeceğini acıyla hisseder, adaya yemeğe gidersiniz; gecenin mu-ammalarını cevaplamaktan çok, durmadan hatırlatan, hışır hışır kavakların tepesinde, pembe bir bulut, yatışmış gökyüzüne son bir canlı renk sürer. Birkaç yağmur damlası, ilk çağlardan kalmış, ama ilahi çocukluğuyla hep zamanın rengini koruyan ve bulutlarla çiçeklerin suretini sürekli unutan suyun üzerine, sessizce düşer. Sardunyalar, renklerinin ışığını yoğunlaştırarak, koyulaşan alacakaranlıkla boş yere mücadele ettikten sonra, uykuya dalan adayı bir sis sarar; kıyı boyunca, nemli karanlıkta gezinirsiniz; olsa olsa bir kuğunun sessizce geçişi, gece, yatağında uyuyor sandığınız bir çocuğun, bir an ardına kadar açılan gözleri ve gülümseyişi gibi, sizi şaşırtır. O zaman, kendinizi yalnız hissettiğinizden ve çok uzaklarda zannedebileceğinizden, yanınızda bir sevgili olmasını daha da çok istersiniz. 344
- Her şeyimizi verdiğimiz kadının yerini, bir başkası o kadar hızlı doldurur ki, bir gelecek umudu olmadan, her şeyimizi yeniden, sürekli verişimize kendimiz de şaşırırız. 345
- Tanımadan arzuladığımız bir kadına, henüz neredeyse bir yabancı olan kendisinden çok, çevresini saran, kendine özgü hayatı sevdiğimiz bir kadına duyduğumuz aşkın başlangıcında, içimizde birbirini izleyen iki aşamanın, gerçekler âlemine, yani artık benliğimize değil, onunla randevularımıza, ne kadar tuhaf bir biçimde yansıdığını, tecrübelerimden gayet iyi biliyordum. Onunla henüz hiç konuşmamışken, gözümüzde temsil ettiği şiirselliğin çekiciliğine kapılmışken, tereddüt ederiz. O mu olacaktır, yoksa bir başkası mı? Sonra, bir de bakarız, hayaller onun etrafında sabitleşir, onunla ayrılmaz bir bütün oluşturur. Yakında gerçekleşecek olan ilk randevunun, bu doğmakta olan aşkı yansıtması gerekir. Hiç de öyle olmaz. Sanki maddi hayatın da ilk aşaması olması gerekliymiş gibi, onu sevdiğimiz halde, son derece sıradan sözler söyleriz: "Ortam hoşunuza gider diye düşündüğüm için bu adaya davet ettim sizi. Aslında size söyleyecek özel bir şeyim de yok. Ama rutubet çok, üşütürsünüz diye korkuyorum." "Yok canım." "Kibarlığınızdan itiraz ediyorsunuz. Soğuğa karşı bir on beş dakika daha mücadele etmenize izin veriyorum hanımefendi; size işkence etmek istemem; on beş dakika sonra, zorla geri götüreceğim sizi. Benim yüzümden nezle olmanızı istemiyorum." Sonra da kendisine hiçbir şey söylememiş olarak, geri götürürüz onu; hiçbir şeyini hatırlamayız, olsa olsa bir bakışı kalmıştır aklımızda, ama onu tekrar görmekten başka bir şey de düşünmeyiz, ikinci görüşmedeyse (artık tek anımız olan o bakışı da bulamayız, ama buna rağmen, yine - daha da aşırı biçimde - onu tekrar görmekten başka bir şey düşünmeyiz), birinci aşama geçilmiştir. Aradaki sürede hiçbir şey olmamıştır. Bununla birlikte, restoranın rahatlığından söz edeceğimiz yerde, çirkin bulduğumuz, ama hayatının her dakikasında, kendisine bizden söz edilmesini istediğimiz bu yeni kadına, kendisini şaşırtmayan şu sözleri söyleriz: "Kalplerimiz arasında üst üste yığılmış bütün engelleri aşabilmek için, çok uğraşmamız gerekecek. Sizce başarabilir miyiz? Düşmanlarımızın hakkından gelebilir miyiz, mutlu bir gelecek umabilir miyiz sizce?" 346-347
- Resimler arasında, yüksek sosyete mensuplarına en gülünç gelenlerden bazıları, benim için en ilginç olanlarıydı; çünkü yarattıkları optik yanılsamalarla, nesneleri, ancak mantık aracılığıyla tanıyabildiğimizi kanıtlıyorlardı. Arabayla yolda giderken, kimbilir kaç kez, birkaç metre ötemizde başlayan, uzun, aydınlık bir sokak görmüşüzdür; oysa karşımızdaki, bizde derinlik yanılsamasını uyandıran, çiğ bir ışıkla aydınlanmış bir duvardır. Şu halde, sembolizm hilesiyle değil de, izlenimin köküne içtenlikle dönerek, bir nesneyi, ilk yanılsamanın şimşeğinde zannettiğimiz şekliyle betimlemek mantıklı değil midir? Yüzeyler ve hacimler, onları tanıdığımızda hafızamızın kendilerine zorla yüklediği nesne adlarından bağımsızdırlar aslında. Elstir, hissettiği şeyden, bildiği şeyi ayıklamaya çalışıyordu; onun çabası, çoğu kez, görüş dediğimiz akıl yürütmeleri bileşimini eritmek olmuştu. 373
- "Gezintiye çıkmış bir amatörün bakmaktan kaçınacağı, doğanın, gözlerinin önünde oluşturduğu şiirsel tablonun dışında bırakacağı, biraz bayağı kadın da güzeldir; onun elbisesi de, teknenin yelkeniyle aynı ışık tarafından sarmalanmıştır; hiçbir şey bir diğerinden daha değerli değildir, sıradan elbise de, kendi başına güzel olan yelken de, aynı şeyi yansıtan iki aynadır; bütün değer, ressamın bakışındadır." 374-375
- öyle görünüyor ki, eşitlikçi bir toplumda terbiye, zannedildiği gibi eğitim eksikliğinden ötürü değil, kimilerinde, etkili olmak için hayalî olması gereken itibara saygı ortadan kalkacağı için, daha çok da, diğerlerinde, karşılarındaki kişinin gözünde sonsuz değeri olduğunu hissettiklerinden esirgenmeyen ve geliştirilen, eşitlik temeli üzerine kurulu bir dünyadaysa, sadece itibari değere sahip her şey gibi, birden bütün değerini kaybedecek olan nezaket ortadan kalkacağı için yok olacaktır. 403
- Bir sanatçının sunduğu haz, bize bir evren daha tanıtmasıdır. 29
- Bizim gözümüzde var olan tek şey, hissettiğimiz şeydir, onu geçmişe, geleceğe yansıtır, ölümün kurmaca engellerini tanımayız. 34
- Zihnimiz önceden, bilinçsizce ürettiği şeyi açıkça çözümlemedikçe ya da önceden sabırla çözümlediği şeyi canlı şekilde yeniden yaratmadıkça asla tatmin olmaz. 46