- Ama babam özellikle zevklerimin artık değişmeyeceğini söylemekle, hayatımı mutlu kılacak olan şeyden söz etmekle, bana korkunç acı veren iki şüphe sokmaktaydı içime. Birincisi, ben her gün kendimi henüz el değmemiş, ancak ertesi sabah başlayacak olan hayatımın eşiğinde sayarken, hayatımın aslında başlamış olduğu, daha da önemlisi, bundan sonraki kısmının, öncekinden pek farklı olmayacağıydı. Aslında birinci şüphenin bir başka şekli olan ikinci şüphe ise, Zaman'ın dışında yer almadığım, onun yasalarına tabi olduğum şüphesiydi; 69
- Bu yılı ne kadar Gilberte'e adasam da, tabiatın kör kanunlarının üzerine bir din yerleştirilmesi gibi, yılbaşını, hakkındaki özel fikrimle damgalamaya çalışsam da, nafileydi; kendisine yılbaşı dendiğini onun bilmediğini ve alacakaranlıkla birlikte, benim için yeni olmayan bir şekilde sona erdiğini hissediyordum; afişlerin asıldığı direğin etrafında esen tatlı rüzgârda, eski günlerin ebedî ve ortak maddesini, bildik nemini, habersiz akışkanlığını tanımış, ortaya çıkışını hissetmiştim. 76
- İsteklerimiz hep iç içe geçtiğinden, hayat karmaşasında bir mutluluğun, onu gerektiren arzuyla tam olarak çakıştığı pek enderdir. 78
- Sevdiğimiz kişiye bakışımızdaki arayış,kaygı ve talep,ertesi gün için bir randevu umudunu bize verecek veya öldürecek olan sözü bekleyişimiz,bu söz söyleninceye kadar, aynı anda olmasa bile birbirini takip eden sevinç ve umutsuzluk hayallerimiz, bütün bunlar, sevilen varlık karşısındaki dikkatimizi fazlasıyla titrek bir hale getirdiği için, sevdiğimizin net bir suretini elde edemeyiz. Belki de buna ek olarak, bütün duyuların bir arada harekete geçtiği, bakışların ötesindeki şeyi sadece gözlerle öğrenmeye çalışan bu faaliyet, canlı bir insanın normal olarak, sevmediğimiz zaman hareketsiz kıldığımız bin şekline, bütün tatlarına ve hareketlerine karşı fazla hoşgörülüdür. Sevilen model ise, aksine kıpırdar; onun fotoğrafları hep bozuktur. 78-79
- kaybettikleri bir yakınlarını asla uykularında görmeyen kişiler, rüyalarında sürekli olarak, uyanıkken tanışmış olmanın bile fazla geldiği, sayısız çekilmez insanla karşılaştıkça, çileden çıkarlar. Acılarının nesnesini gözlerinde canlandıramamanın yetersizliği içinde, neredeyse acı çekmemekle suçlarlar kendilerini. 79
- hayatta ve hayatın çelişen durumlarındaki bütün aşka ilişkin olaylarda, en iyisi, anlamaya çalışmamaktır; çünkü nasılsa, acımasız ve beklenmedik olduklarından, mantık kurallarından çok sihirli kurallara göre belirlenir gibidirler. 93
- Nice üstün nitelikli kadın vardır ki, bir dangalağın kendilerini büyülemesine, en ince sözlerini acımasızca kınamasına izin verirler ve onun en yavan şaklabanlıkları karşısında, sevginin sonsuz hoşgörüsüyle kendilerinden geçerler. 116
- Hiç şüphe yok ki, gerçekliğin katlandığı ve onca zamandır hayal ettiğimiz şeyin üzerine tam oturduğu böyle mükemmel tesadüflerde, gerçek, hülyamızı bizden tamamen gizler, onunla iç içe girip karışır; birbirine eşit iki şeklin, üst üste konduğunda, artık tek şekil olması gibi. Oysa sevincimize anlamını tam olarak kazandırabilmek için, aksine, arzumuzun her noktasının, dokunduğumuz anda bile - gerçekten o olduğundan emin olabilmek için - elle tutulamaz oluşunun büyüsünü korumak isteriz. Düşüncemiz, yenisiyle kıyaslamamıza imkân verecek şekilde eski durumu yeniden tasarlamaktan acizdir ;çünkü artık istediğini yapma imkanı elinden alınmıştır :Edindiğimiz bilgi, beklenmedik o ilk dakikaların hatırası, duyduğumuz sözler, bilincimizin girişini tıkamaktadır ;hayalimizin çıkışlarından çok,hafızamızın çıkışlarına hükmederler ; geleceğimizin serbest kalmış biçiminden çok, artık onlardan bağımsız göremediğimiz geçmişimizi etkilerle. 138-139
- Yeni bir konuşma, alışık olmadığımız ifade biçimlerine dayandığından, bütün konuşma istiarelerden ibaretmiş gibi gelir bize; bu da insanı bıktırır ve samimiyetsizlik izlenimi uyandırır. (Aslında, dilin eski kalıpları da bir za-manlar, yani dinleyen kişi bu imgelerin tasvir ettiği dünyayı henüz tanımazken, takip edilmesi zor imgelerdi. Ama uzun zamandır bu dünya gerçek dünya olarak tasarlandığından, ona dayanılır.) 155-156
- Çünkü zekâm, herhalde tekti; hatta belki de dünyada herkesin ortaklaşa paylaştığı bir tek zekâ vardı; herkes, kendi bedeninin derinliğinden bu tek zekâya yöneltiyordu bakışlarını; herkesin kendi yeri olduğu halde, sahnenin tek olduğu tiyatrodaki gibi. 176