Tanımadan arzuladığımız bir kadına, henüz neredeyse bir yabancı olan kendisinden çok, çevresini saran, kendine özgü hayatı sevdiğimiz bir kadına duyduğumuz aşkın başlangıcında, içimizde birbirini izleyen iki aşamanın, gerçekler âlemine, yani artık benliğimize değil, onunla randevularımıza, ne kadar tuhaf bir biçimde yansıdığını, tecrübelerimden gayet iyi biliyordum. Onunla henüz hiç konuşmamışken, gözümüzde temsil ettiği şiirselliğin çekiciliğine kapılmışken, tereddüt ederiz. O mu olacaktır, yoksa bir başkası mı? Sonra, bir de bakarız, hayaller onun etrafında sabitleşir, onunla ayrılmaz bir bütün oluşturur. Yakında gerçekleşecek olan ilk randevunun, bu doğmakta olan aşkı yansıtması gerekir. Hiç de öyle olmaz. Sanki maddi hayatın da ilk aşaması olması gerekliymiş gibi, onu sevdiğimiz halde, son derece sıradan sözler söyleriz: Ortam hoşunuza gider diye düşündüğüm için bu adaya davet ettim sizi. Aslında size söyleyecek özel bir şeyim de yok. Ama rutubet çok, üşütürsünüz diye korkuyorum. Yok canım. Kibarlığınızdan itiraz ediyorsunuz. Soğuğa karşı bir on beş dakika daha mücadele etmenize izin veriyorum hanımefendi; size işkence etmek istemem; on beş dakika sonra, zorla geri götüreceğim sizi. Benim yüzümden nezle olmanızı istemiyorum. Sonra da kendisine hiçbir şey söylememiş olarak, geri götürürüz onu; hiçbir şeyini hatırlamayız, olsa olsa bir bakışı kalmıştır aklımızda, ama onu tekrar görmekten başka bir şey de düşünmeyiz, ikinci görüşmedeyse (artık tek anımız olan o bakışı da bulamayız, ama buna rağmen, yine - daha da aşırı biçimde - onu tekrar görmekten başka bir şey düşünmeyiz), birinci aşama geçilmiştir. Aradaki sürede hiçbir şey olmamıştır. Bununla birlikte, restoranın rahatlığından söz edeceğimiz yerde, çirkin bulduğumuz, ama hayatının her dakikasında, kendisine bizden söz edilmesini istediğimiz bu yeni kadına, kendisini şaşırtmayan şu sözleri söyleriz: Kalplerimiz arasında üst üste yığılmış bütün engelleri aşabilmek için, çok uğraşmamız gerekecek. Sizce başarabilir miyiz? Düşmanlarımızın hakkından gelebilir miyiz, mutlu bir gelecek umabilir miyiz sizce? 346-347
Diğer Marcel Proust Sözleri ve Alıntıları
- İngiliz dekoratörler ve Maple tarafından uygulanagelmiş William Morris teorileri, bir odanın sadece bize yararlı şeylerle dolu olma ve yararlı her şeyin, basit bir çivi bile olsa, gizli değil ortada olma koşuluyla olduğunu kesin olarak belirtir.
- "Tüm iyi kitapların okunması, geçmiş yüzyıllarda bunları yazmış olan en saygın ve ilginç kişilerle yapılan bir sohbet gibidir."
- Okuma zihinsel yaşamın eşiğindedir; bizi bu yaşama sokabilir ama onu teşkil etmez
- Eskiden bildiğimiz yerler, kendilerini kolaylık olsun diye yerleştirdiğimiz mekanlar alemine ait değildirler sadece. O zamanlar ki hayatımızı oluşturan, birbirine bitişik izlenimlerin ince bir dilimleridirler; belirli bir görüntünün hatırası, belirli bir anın özleminden ibarettir ve evler, yollar, caddeler de, heyhat, seneler gibi uçup giderler.
- Belki de gerçek olan hiçliktir ve hayatımız var olmayan bir rüyadır, ama o zaman, bir müzik cümlelerinin de, hayatımızla bağlantılı biçimde var olan diğer kavramların da birer hiç olması gerektiğini hissederiz. Biz yok olmaya mahkumuzdur, ama bizim kaderimizi izleyecek olan ilahi esirler, elimizde birer rehinedirler.Onlarla birlikte ölme fikri ise, ölümün acılığını, sıradanlığını, hatta belki ihtimaliin de biraz azaltır gözümüzde.
- İnsanlarla genelde o kadar ilgilenmeyiz ki, bize bunca acı ve mutluluk verebilme gücünü bir kişiye yüklediğimizde, o kişi başka bir dünyaya aitmiş gibi görünür gözümüze, bir şiirsellikle sarmalanır ve hayatımızı, kendisinin az çok yakınımızda bulunacağı, heyecan dolu bir akış haline getirir.
- Somut gerçekler, inançlarımızın yaşadığı aleme nüfus edemez, bu inançları doğurmadıkları gibi, öldüremezler de; onları sürekli olarak yalanlasalar da, zayıflatamaz; ardı arkası kesilmeyen felaketler veya hastalıklar silsilesi, bir aileyi, Tanrının iyiliği ya da aile doktorunun yeteneği konusuna şüpheye düşüremez.
- Gerçek bir insan, kendisiyle ne kadar derin bir yakınlık kursak da, büyük ölçüde duyularımız tarafından algılanır, yani saydam değildir, duyarlılığımıza , taşıyamayacağı bir yük bindirir. Başına bir felaket geldiğinde, ona ilişkin kafamızda taşıdığımız bütünsel kavramın ancak küçük bir bölümü çerçevesinde duygulanabiliriz; dahası, o da kendisine ilişkin bütünsel kavramının ancak bir bölümü çerçevesinde duygulanabilir. Romancının buluşu, ruhun nüfus edemediği bölümlerin yerine, eşit miktarda manevi, yani ruhumuzun özümseyebileceği unsur koymaktı. Bu noktadan itibaren, bu yeni türdeki varlıkların eylemlerinin, duygularının, biz onları kendimize mal ettiğimize, artık bizim içimizde oluştuklarına, kitabın sayfalarını coşkuyla çevirirken nefes alıp verişimizi, bakışlarımızın yoğunluğunu onlar belirlediğine göre, bize gerçek gibi görünmesinin ne önemi vardır?
- Başkasından alınsa da pek farklı olmayacak bir şey için, bir başkası da yeniden yaratabileceğine göre, özünde şahsa bağlı olmayan bir şey için, "bulmak" kelimesi kullanılabilir miydi?
- Dahice eserler üreten kişiler, en seçkin çevrede yaşayan, en parlak konuşma biçimine, en geniş kültüre sahip kişiler değil, birdenbire kendileri için yaşamayı keserek kişiliklerini bir aynaya, sosyal ve hatta bir bakıma zihinsel açıdan sıradan bir hayat da olsa, hayatlarını yansıtacak bir aynaya dönüştürecek güce sahip olanlardır; çünkü deha, yansıtılan görünümün özündeki değere değil, yansıtma gücüne bağlıdır.