- Çünkü âşık olduğumuz anda, sahip olduğumuz bütün bilinmeyen küçük ayrıcalıklarımızı sevdiğimiz kadına duyurabilmeyi isteriz; hayatta zavallıların ve can sıkıcı insanların yaptığı gibi. Sevdiğimiz kadının bunlardan habersiz olması bize ıstırap verir; kendimizi teselli etmeye çalışır, bunlar hiçbir zaman görünür olmadığı için, belki de sevdiğimiz kadının, bizimle ilgili fikrine, bu bilinmeyen meziyetler ihtimalini eklediğini düşünürüz. 57
- Ne var ki, ikinci günden itibaren, otelde kalmam gerekiyordu. Orada kaçınılmaz biçimde hüzünle karşı karşıya geleceğimi önceden biliyordum. Hüzün, doğduğumdan beri her yeni odanın, yani her odanın yaydığı, solunması imkânsız bir koku gibiydi; yaşadığım odada ise, ben yoktum; düşüncem başka bir yerde kalır, yerine alışkanlığı gönderirdi. Ama yeni bir ülkede, işlerimle ilgilenmek üzere bu daha duyarsız hizmetkârı, alışkanlığı görevlendiremezdim; ondan önce varırdım oraya; tek başıma giderdim; orada, yıllarca aradan sonra bulduğum, ama hiç değişmeyen, Combray'den beri, Balbec?e ilk gidişimde, açılmış bir bavulun dibinde umutsuzca ağladığım zamandan beri büyümemiş olan "Ben"i, nesnelerle ilişkiye sokmam gerekirdi. 68
- Bazı günler hiçbir şey duymazdım; bir çukura düşer gibi içine düştüğümüz uykulardan birinde olurdum çünkü; böyle uykulardan çıkmak bizi mutlu eder; ağırlaşmış, yoğunlaşmış oluruz; Hercules'i besleyen superilerine benzeyen, biz uyurken faaliyetleri artan çevik hayati güçlerin bize getirdiği şeyleri sindirmeye çalışırız. Buna kurşun gibi bir uyku denir; böyle bir uykudan uyandıktan sonra birkaç saniye boyunca, sanki kendimiz de bir kurşun adam gibiyizdir. Artık hiç kimse değilizdir. Öyleyse kayıp bir eşyayı arar gibi düşüncemizi, kişiliğimizi ararken nasıl olup da sonunda bir başkasını değil, kendi benliğimizi buluruz? Tekrar düşünmeye koyulduğumuzda, bizde cisimleşen kişilik, niçin öncekinden farklı bir kişilik değildir? Bu seçimi neyin zorunlu kıldığını, olabileceğimiz milyonlarca insan arasından, niçin tam da bir gün önce olduğumuz kişiyi bulduğumuzu anlayamayız. Gerçekten bir kesinti olduğunda (belki tam bir uyku uyunduğu, belki de rüyalar bizden tamamen farklı olduğu için), bize yol gösteren nedir? Gerçek bir ölüm hali olmuştur; kalbin durduğu ve dilin ritmik gerilmelerinin bizi canlandırdığı zaman olduğu gibi. Şüphesiz, kendisini daha önce bir tek kere görmüş olsak bile, oda, daha eski anıların asılı olduğu hatıralar uyandırır bizde; ya da içimizde uyumakta olan bazı hatıraların bilincine varırız. Uyanıştaki diriliş - uyku denen sağaltıcı zihinsel bulanıklık nöbetinden sonra - temelde, unutulmuş bir ismi, bir dizeyi, bir nakaratı bulduğumuzda olan şeye benzer. Belki ölümden sonra ruhun dirilişi de bir hafıza olayı olarak düşünülebilir. 73
- Hatıralarımız, kederlerimiz, kendilerini hiç farkedemeyeceğimiz ölçüde bizi terk edebildikleri gibi, geri de dönerler ve bazen uzun süre kalırlar. Bazı akşamlar, restorana gitmek üzere kentin bir ucundan ötekine yürürken Mme de Guermantes'ı öyle özlerdim ki, nefes almakta güçlük çekerdim; sanki göğsümün bir bölümü usta bir anatomi uzmanı tarafından kesilip çıkarılmış, yerine aynı boyutlarda manevi acı, özlem ve aşk konmuştu. Dikişler ne kadar başarılı olursa olsun, bir insana olan özlem iç organların yerini aldığında, yaşamak zahmetlidir; özlem sanki organlardan daha fazla yer kaplar, varlığını sürekli hissederiz; ayrıca, bedenimizin bir bölümünü düşünmek zorunda olmak, müthiş bir ikilemdir! Ne var ki, sanki bir yandan da değerimiz artar. En küçük bir esinti sıkıntıyla göğsümüzü sıkıştırır ama hoş bir baygınlıkla iç de geçirtir. Gökyüzüne bakardım. Hava açıksa, "Belki o da kırdadır, aynı yıldızları o da seyrediyordur," derdim kendi kendime; kimbilir, belki de restorana vardığımda, Robert, "İyi bir haberim var: Yengemden mektup aldım; seni görmek istiyor, buraya gelecek," diyecekti. Mme de Guermantes'ı sadece gökyüzünde düşünmüyordum. Tatlı bir esinti olsa, bana ondan bir haber getirdiğini sanıyordum; tıpkı bir zamanlar Meseglise'de buğdayların arasında Gilberte'ten getirdiği gibi; çünkü insan değişmez; bir insana atfettiğimiz duyguların içinde, onun uyandırdığı, ama ona yabancı, küllenmiş unsurlar büyük yer tutar. Üstelik bir yanımız, daima bu özel duyguları gerçeğe yaklaştırmaya, yani daha genel bir duyguyla birleş-tirmeye çalışır; tek tek insanlar ve bize verdikleri acılar, bütün insanlığın paylaştığı bu duyguya ortak olmamıza bir fırsat teşkil eder sadece; benim de üzüntümü biraz hafifleten şey, onun evrensel aşkın küçük bir parçası olduğunu bilmemdi. 101
- Sessizliğin bir güç olduğu söylenir; bambaşka bir anlamda, sevilen kişinin emrinde, korkunç bir güçtür. Bekleyenin sıkıntısını artırır. Bir kişiye yaklaşmaya insanı en fazla davet eden şey, kendisini ondan ayıran şeydir; sessizlikse, aşılması en imkânsız engeldir! Sessizliğin bir işkence olduğu ve hapiste bu işkenceye mahkûm edilenleri delirtebildiği de söylenir. Oysa sevilen kişinin sessizliğine maruz kalmak, suskunluktan da ağır, en ağır işkencedir! 103
- Alışkanlık, insanda yeşeren bitkiler arasında yaşamak için besleyici toprağa en az ihtiyaç göstereni ve görünürde en ıssız kayanın üstünde ilk ortaya çıkanı olduğu için, belki küslüğü, baş-langıçta yalandan sürdürerek sonunda gerçekten alışkanlık haline getirebilirdi. 104
- Ne yazık ki ben ondan başka kime rastlasam ilgisiz kalacağım halde, onun, benden başka kime rastlasa tahammül edebileceğini hissediyordum. Sabah gezintilerinde, kendisinin de öyle bulduğu birçok sersemin ona selam verdiği oluyordu. Ama onların görüntüsünü bir haz müjdecisi olmasa da en azından bir tesadüfün sonucu olarak kabul ediyordu. Bazen onları durdururdu da; çünkü insanın kendinden çıkma ihtiyacını, başkalarının ruhunun misafirperverliğini kabul etme ihtiyacını duyduğu anlar olur; bu ruhun, ne kadar mütevazı ve çirkin olursa olsun, yabancı bir ruh olması şartıyla; oysa benim kalbimde yine kendisini bulacağını hissediyor, öfkeleniyordu. Bu yüzden, aynı yolda yürümek için, onu görmekten başka bir sebebim olduğu zaman bile, o geçtiği an, suçlu bir insan gibi korkudan titrerdim; bazen de, hamlelerimin aşırılığını telâfi etmek için selamına belli belirsiz bir karşılık verir veya selam vermeyip gözlerimi dikip bakar, böylece onu daha da sinirlendirmiş ve üstüne üstlük, beni kaba ve terbiyesiz de bulmasına yol açmış olurdum sadece. 122-123
- Sürekli olarak hayatımızı şekillendirmek için uğraşırız, ama ister istemez, olmaktan hoşlanacağımız insanın değil, olduğumuz insanın hatlarını, bir resim gibi kopya ederiz. 161
- Bir keresinde, kendisine, "Aşk hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye soran özenti bir kadına, "Aşk mı? Sık sık yaparım ama asla sözünü etmem," diye cevap vermişti. 168
- Sonra da alçakgönüllü bir tavırla, sanki benimle konuşmak hayatta tattığı en büyük zevklerden biriymiş gibi, minnet dolu, esrik gözlerle baktı bana. Bu harikulade bakışlar, beyaz, dallı elbisesinin üstündeki siyah çiçeklere çok yakışıyordu; işini bilen bir soylu hanımefendiye aittiler. 251