- O gün bugün renkli Eti Puf'ları almaz oldum, başkası yine elimden alır diye almadım, beyazı sevdim... Beyaz güzeldi, kokusu yalnızlıktı. (S. 42)
- Herkes sevsin istiyorsan kendin gibi olmayacaksın, şekilden şekile gideceksin, şebek olacaksın, öyle kabul edecekler seni, öyle ağzına sıçıp Habeş maymununa çevirecekler seni. Kuyruğunu başkasına teslim edeceksin... Herkes gezdirecek, sevecek seni... Öyle herkes sevsin istiyorsan, farklı ol biraz, ne o öyle! Az sevilmek için kendin olacaksın, prensiplerinle, bilgilerinle, tutumunla, karamsarlığınla! Belki kaybedeceksin ama kendin kalacaksın, belki bu ahalinin zoruna gidecek ama kendin olacaksın düşünsene... Ruhun, varoluşun kıvırmayacak, dürüstlük akacak damarlarından. "Kendi kalanlar toplumda kaybeder, ama varoluşta kazanır" der Sartre. O kazanıp iyi bir varoluşçu oldu. Değişmediği için Nobel'i reddetti, o yüzden o bir Sartre. Peki ya sen? herkes misin? Seni herkese sevsin. (S. 57)
- Alıştırdılar bizi sürekli başkasını mutlu etme çabalarına, küçüklükten beri, okul dönemlerinden beri... Okulunu mutlu et, arkadaşını mutlu et, sevgilini mutlu et, aileni mutlu et, müminleri mutlu et... Havada uçan kuşu mutlu et. Bir yanda çok güzel şeyleri başarırken diğer yanda birilerini en müthiş derecede mutlu ederken kendimizi bu büyük çabaya değer kişiler durumuna getiremedik. Piç gibi ortada kalınmışlığın ruhsal bunalımında kendi varlığımızı unuttuk. Kardeşlik, sevgi ve mutluluk içinde bir yaşam yerini ruhsal kargaşa ve şaşkınlığa bıraktı. Sokrates önem vermemiz gereken cümlenin "kendini tanı" olmasını istemişti şimdi "başkasını tanı" olarak kayıtlara geçti. Devr-i ben, devr-i başkası oldu. Kendimizi unuttuğumuzdan, başkaları ağzımıza sıçtı... (S. 70)
- O çocuksu günler eskide kaldı, o çiçek kokuları, o hayaller, o saflık. Geride kaldı. Küçük Prens'i ilk okuduğum zamanı anımsıyorum. O kadar etkilenmiştim ki bitince duygulandım. Duygu dolu gözlerle pencereden yıldızlara el salladım. Bazen dolunaya, bazen gökyüzüne... Herkeste gizli gizli el salladım. Gören olsa deli diyeceklerdi, o biçim yani. Alışmak başka şey, her şeye alışıyorsun. Basit şeylere, okuduklarına, sarılmaya gökyüzüne bakmaya. Sonra birden büyüyorsun, yasaklar, yasaklar... Monoton bir kütle çığ gibi üstüne geliyor, kaçamıyorsun. (S. 73)
- Bazı insanlar ürkektir, tedirgindir. Doğumdan bu yana güzel şeyleri sürekli kaçıran bu tipler, kalplerinde hep bir panikle dolaşırlar. Küçükken bile salıncağa doyasıya binemeyip, bindiklerinde bile "Acaba zincirler çıkar da uçar mıyım yoksa düşer miyim? deyip diğer çocuklar sadece zevkini yaşarken, kendi kendilerini strese sokan bu tipler ilginçti. Hep bir ürküntü, uçurum korkusu, yaşam korkusu... Hep bir düşerimler... Düştüler de... (S. 74)
- Aradan on beş yıl geçmişti, bir gün markete gittim ve ne gördüm? Capri-Sun geri dönmüş. Uçan meyve suları aşkına... Markettekilerin hepsini topladım, kasaya geldim. Marketçi de şaşırdı. Artık müdürü düşünüp içime çekiyorum lakin tepinemiyorum. Büyüdük ki... (S. 76)
- Sürekli geçmişe bakan bir kuş var içimizde mazimize yuva yapmış uçamıyor, kaçamıyor kanatları yok... (S. 77)
- Ben küçükken dünya çok garipti. Red Kit gölgesine ateş edecek kadar manyaktı, Temel Reis, Safinaz çingenesine aşık olacak kadar dengesizdi. (S. 78)
- Renkli topaçlar yok, leblebi tozu yok, Eti Puf kokan marketler yok, terden ıslanan çocuk tişörtlerinin sıcaklığı yok, seksek oynadığın tebeşir izleri yok, iyi orta açan bir sağbek yok, vicdan yok, bilmişlik çok vicdan yok, nicedir girmedin bir bahçeye, yeşil yok. Umut yok, gelecek yok, geçmişe özlem çok. (S. 79)
- Gelenlerin hepsi ellerindeki acı kavanozla geldi, yüreğimizdeki tatlı su balıklarını öldürdü. Zamanla gidenin ve kalanın bünyemizde hak iddia etmesine izin vermedik. Dert etmedik, isyan etmedik. Sağlamlaştık en güzelinden. (S. 81)