- Devletlim! Evvelâ karşıma şu kâinat kitabını açtın ve : ? Oku! dedin. Ben, acemi fakat çalışkan bir talebe gibi, onu kelime kelime hecelemeye başladım. Dostlarım buna şâhittir. Bir kır çiçeğinde, bir çiğ tanesinde, bir incecik su şırıltısında, zevkte, tebessümde hep senin parmak izlerini görerek hızlı hızlı okuyor ve yanımdakilere söylüyordum. Fakat bunlara, bu güzelliklere doymadan sahifeler karşımda dönüyor, bütün telâşıma rağmen, zahmette, meşakkatte, göz yaşında ıztırapta gene senin dehâna ve hünerine şahit oluyordum. İşte böylece de gece demiyor, gündüz demiyor, önüme ne gelirse okuyor, okuyordum. Nihayet yorgunluğuma acımış mıydın, neydi? Karşıma gelip gene bana dedin ki: ? Kâinat kitabını okumak uzun sürer; kendi kitabını oku!. Bu, o büyük kitabın hülâsası idi; onda da güzelliklerden çirkinliklerden, zevklerden ye acılardan izler, eserler, görünüşler vardı. Belki hakikaten bu, ötekinden küçüktü; ancak kâinat kitabına sığmayan büyüklükler buna sığmıştı. Şaşırmıştım. Ben bunu, bu karmakarışık, sökülmez, ezberlenmez çetin kitabı nasıl okurum, diye düşünürken, gene karşıma geldin ve: ? Kendi kitabını okumak uzun sürer, beni oku! dedin. ? Seni mi, Devletlim? Acaba bu cihanda seni okumuş kim vardır ki ben bu bahtiyarların arasında sayılayım? Benden bir olmazı istemekle, beyhude didinip tebah olduğumu mu istiyorsun? diye haykırdım.. O zaman tekrar yanıma geldin. Hayır, hayır., yanıma gelmek de ne demek? Gözüm oldun, dilim oldun, tenimdeki canım oldun ve bunları, benim yerime kendin okudun. (5)
- Kız, koruluğun kuşlarından da hoşlanır. Daldan dala akan bu tatlı dilli hayvancıkları tutup kafese koymak hevesine kapıldığı çok olur. Lâkin kızcağız henüz bilmez ki, başıboş ağaçlıkların malı olan bu başıboş kuşlar tutulup yakalansa, artık onlardan ne ses, ne de neşe beklenebilir. Kızcağız gene bilmez ki, bu ele avuca gelmez kuşlar gibi, kelimelerin, sözlerin zincirine bağlanmış hisler de, onları böylece tutup yakaladığımız zaman bize küser, gücenir ve bütün kudretlerini kaybederler. İşte bu yüzden o, vakit vakit yakalamak istediği kuşlar gibi, ele dile gelmeyen hislerini de tutup bir kâğıdın üstüne sıralayarak, gece penceresinin altına gelen sevgilisine uzatır. Lâkin kız, gönlü boşluğunda uçuşup öterken o kadar ateşli o kadar canlı olan duygularını bir kâğıda bağladığı zaman asla beğenmez. Onlar, içini yakan ateşin yananda buz gibi soğuk, cansız ve ifadesizdir. Kız, yazdıklarını okuyup beğenmedikçe dertlenir, üzülür amma gene de bunları bazı geceler, penceresine uzanan ele vermekten kurtulamaz. Ancak tek teselliyi, böyle bezgin, gözü yaşIı olduğu geceler, penceresini açarak korunun en vahşî, en mahzun ve melâlli kuşunun ötüşünü dinlemekte bulur: ? Yusufcuk, Yusufcuk! Bu derin, bu garip ve iç ezici ses, sanki gönlünün dağa taşa çarpıp geri dönen feryâdıdır. Yahut kendi gönlü bir dala sıçramış da oradan haykırmaktadır. Kuş, uzak, tasalı ve yorgun sesini ayını yürek ezici gariplikle tekrarlarken, artık genç kız bunun tamâmen kendi gönlünün gizlice uzaklara kaçıp feryat edişi olduğuna inanır. Düşüncesinin böyle dumanlanıp bir hayâl ikliminde dolaşması da boşuna değildir. O, hakikaten bu kuşun sesini, kendi yüreğinin kabına sığmayan feryadı zanneder; çünkü sevdiği delikanlının adı Yusuf?tur. (7)
- Artık seni bulmaktan da ümidim kalmamıştı? O zaman, boşa çıkmış mücâdeleler, işe yaramaz didinmelerden sonra evine dönen yorgun, bir adam gibi, ben de içime, kendime döndüm. Döndüm. Hayretle ve dehşetle gördüm ki sen oradasın. Dağ bayır arayıp bulamadığım sen, oradasın. Biraz küskün, biraz tutkun ve sitemli, yüzüme bakıyor ve diyorsun ki : ? Bütün dünyâdan gizlenmiş olabilirim; fakat senden de mi saklanacaktım ki, en yakınını koyup beni ıraklarda aradın? (9)
- Zâten hangi kelâm, hangi sırrın düğümünü çözmüştür ? (9)
- Küçük bir el, geçmiş bir hayat sahnesinin perdesini açıyor. (13)
- Herkes bu meydana bir zafer için gelir; ben ise sâde sana yenilmek için geldim. (15)
- Düşüncenin eteği gözle görülür kıymetlere bağlı kaldıkça, insan oğlu aşkın kudret ve tasarrufu fezâlarında olup bitenleri nasıl tecessüs edebilir? (15)
- Kader tezgâhı, durmadan önümüze dokuduğu hünerleri yığıyor. (24)
- Biz insanlar çok defa, koşa koşa gittiğimiz bir yolda, elimizden, kolumuzdan, boyunlunuzdan, haberimiz olmadan düşen kıymetli bir mücevheri aramak için geri dönen şaşkın yolcuya benzeriz. (28)
- Çok defa kendimizin, iyilik ve kötülük denen iki rakip tarafından çağrılıp paylaşılamayan bir dildade okluğumuzu hissederiz. Her biri, sihrini füsununu önümüze dökerek bizi kendi kollarına davet eder. Amma insan oğlunun bir dalâlet ve nankörlük ânı vardır kâ, bu zamanında iyilikler, nimetler, hoşluklar ve doğruluklar, ona cefa ve kahır gibi çirkin görünür ve böylece de, kötülüklerin zehirli kadehini bir hamlede dudaklarına boşaltmakta tereddüt etmez. (33)