Orhan Duru
- Doğum: 1933
- Ölüm: 2009
- Orhan Duru
Türk yazar ve gazeteci.
Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi'nden mezun oldu. Mezuniyetten sonra bir süre aynı fakültede, asistan olarak görev yaptı. 27 Mayıs 1960 askerî darbesinin ardından kurulan askerî yönetiminin Ekim 1960'ta üniversitelerden ihraç ettiği 147 öğretim üyesinden biridir.Bir süre veterinerlik yaptı. Gaz... (devamı)
- Kendini her şeyden mülksüzleştirdi:
Kitaplık yerine bellek
Yerleşiklik yerineckonukluk
Ev yerine otel
Peşin yerine veresiye (çoğu zaman)
Yatak yerine apartman paspası, park kanepesi, meyhane masası (zaman zaman)
Palto yerine atkı
Bordro yerine yövmiye... (Sf. 35) - Demek daha önce de hastalanmış, ince hastalığa yakalanmış. Bir günden bir güne sözünü etmemişti oysa onca yıldır. Ayrıca etse de önemsemezdik, ciddiye almazdık galiba. Dalga geçerdik, 'Ulan sende ciğer var mıdır ki?' filan derdik. Öylesine zayıf. Kâğıt gibi. (Sf. 29)
- Hiçbir şeyi tam anlatmazdı. Anlatır gibi yapar, kenarından köşesinden dokunur ve orada bırakırdı. Onu dinleyenlerde herkesi tanıdığı, her şeyi bildiği izlenimini bırakırdı. (Sf. 79)
- Aynı zamanda üç senaryo birden yazdığım bile oluyordu. Yazım da küçük ve okunaksızdı. Kimi zaman yazdığımı ben de okuyamazdım. Oğuz onları okurdu. Kimi zaman çok yazdığım için bana kızar ve 'Eline çüş de... Roman mı yazıyorsun, eline çüş de...' derdi. Bu arada benim Afrika Han'daki büromda da çalışırdı. Dediğim gibi çok çalışkandı. Sarhoş gelse bile elindeki işi bitirmeden yatmazdı. (Sf. 77)
- Oğuz Alplaçin üzerine, onca yıl birlikte geçirmiş olmamıza karşın fikir yürütmek zor. Kesin fikirler taşımıyordu. İnatla ileri sürdüğü bir fikrine karşı çıksanız, çok direnmezdi, espriyle karşılardı itirazlarınızı. Espri yapmak, haber toplamak için yaşıyor gibiydi. Bu benzersiz kişilik yapısı derin bir hayal kırıklığı üzerine mi kurulmuştu? Bilmiyorum. Ama yaşamdan zevk alan neşesi olan bir insandı da. (Sf. 59)
- ... mülkiyetle, bir yere yerleşmekle ilgili her şeyi reddetmişti. Eline para geçince yeni bir çamaşır takımı, güzel bir ceket... gibi şeyler satın alıyordu. Ama üzerindeki giysiler ile elinde çoğu zaman bulunan bir İngilizce sözlükten başka sahip olduğu bir şey yoktu. Satın aldığı İngilizce kitapları da, okuduktan sonra, kaldığı evlerde bırakırdı.
Piyasaya kitaplar çeviriyordu, çeviri metninin karmaşıklaştığı yerleri kitaptan başını kaldırarak kendisi yazıyordu. Çoğu kısaltılmış kitaplardı. Piyasaya sürülen bir yığın kitabın birçok bölümünü çevirmekten çok o yazıyordu. (Sf. 58) - -Bazı kimseler sizin hala çocuklukdan çıkmamış olmanızla izah edebilirler bu oyuncakları...
-Oh, kimsenin düşündüklerine mani olamam tabii. Beni kırmasınlar yeter.
-Sert yazılar karşısında ne düşünüyorsunuz?
-Beni bir baştan çıkarıcı, bir şeytan saymaları üzücü şey doğrusu. Ben şarkı söylüyorum. İşim bu. Başarıyorum, başaramıyorum. Orası ayrı şey. Niçin heyecanların kalıplara dökülemeyeceğini düşünmüyorlar? Dondurulmuş ahenk neye yarar? Bu mesele ağlamak ya da gülmek kadar basittir. Enine boyuna düşünsünler yanıldıklarını anlarlar ama... (Sf. 150) - İşin aslında bütün eski nesiller, yeni yetişen nesillerin beğenilerini bozmak için ellerinden geleni yaparlar. Bu dünyanın eskimiş insanları yeni yetişenleri kendi kafalarının yoluna zorlarlar. Bütün işlerine karışırlar. Birtakım ahlak kurallarına sıkı sıkı bağlıdırlar. Oysa ahlak insan için yaratılmıştır. Yaşlılar insanı orta yerden çekince salt kuralları kalır ortada.
İşte rock'n roll yeni insanın, bu insansız kurallara karşı duruşudur. Bu karşı duruşu bütün gençler yapıyor aslında. (Sf. 161)
- 1