- "Şimdi bana dersin ki: Öyle ise niçin muazzam bir selin çağıltısını çerden çöpten engellerle önlemek istiyorsun? Sen ki ancak bir kovacık alabilecek güçtesin, bir ummânı kendi mahdut (sınırlı) varlığına nasıl sığdırabilirsin? Doğru... esâsen benim de eksik ve hatâlı cephem bu işte. Denizi bir kovaya sığdırmaya uğraşmak. Belki gene dersin ki; mâdemki kınayacak iktidardasın o halde onları tashih et (Düzelt) .. Hayır Leylâ, hayır... Bir şeyi ilmen bilmek hattâ tenkit ve tahlil salâhiyetini (Eleştirme, inceleme yetkisini) kazanmış olmak, o şeyi halletmek demek değildir. Nice bildiğimiz ve bildirdiğimiz gerçekler vardır ki, bunları bizzat gerçekleştirememekteyiz.."
- Gitsem, onlara gitsem ve desem ki: Bana gerçeklik zevki veren ulular! Ben de sizin gibi oldum. Öldüm. Fakat zehri şeker gibi yutmak değil, şekerden seçmeden yutmak gerekmiş. Zîra insan, değil acı ve tatlı kaydından, hattâ sırasında aşkından bile geçmedikçe ölmüş olmuyor. Ölmeden yaşamak ise, can çekişmekten başka bir şey değil? işte ben de onun için öldüm; her zerresinden hayat taşan, her nefesi bin can satın alan bir Çelebi gibi, artık ben de yaşayan bir ölüyüm! Sâmiha Ayverdi, Yaşayan Ölü, s. 221
- "Çelebi'nin dudaklarından düşmeyen şu büyük sözü, çâresiz bir kabulle kendi kendime tekrarlıyorum: Emeline karşı ecelin gülüyor, tedbîrine karşı takdîrin gülüyor." Sâmiha Ayverdi, Yaşayan Ölü, s. 103
- ??Ben, esas itibariyle dünyadan nefret etmiyorum. Bilâkis dünyayı güzel, hem de pek güzel buluyorum. Şu kadar var ki, her güzel şeyin, iğrenç cepheleri de olması tabiîdir, işte ben, dünyanın bu mülevves [kirli, bulaşık. ] kısmından istikrah [Bir şeyi kötü ve kerih görmek. Beğenmemek, nefret etmek. Bir şeyi cebir ve ikrah ile işlemek. ] ediyorum. İşte ben bundan tiksiniyor, bu taşkın, yorucu ve manasız hayattan uzak olmaya çabalıyorum. İpekkurdu, diye hor gördüğünüz o böceğin koza içinde geçen mahbus hayatı, manada azadlıktır. Zira göklere uçmaya müstaid [istidat ve kabiliyet sahibi olan. Zeki ve akıllı kimse, uyanık, anlayışlı. ] kanatları o, bu esarette tedarik eder. Onun için bu tecerrüde, esaret değil, hürriyet demelidir.??
- ??Siz, ipekkurdunun havadan, güneşten, sudan, hasılı her bir ihtiyaçtan müstağni olarak geçirdiği bu sarhoşluk alemini neden istihfaf ediyorsunuz? O hayatın tadını, o sarhoşluğun zevkini bilmediğiniz için değil mi? İpekkurdu kendini, kendinden başka sakini olmayan bu daracık hücreye, ihtiyariyle mukayyed [bağlı, kayıtlı, sınırlı. ] eder. Zira ona bu yalnızlıkta, fezaların ihata edemeyeceği bir genişlik vardır.??
- ??Bir hükümdar hayatı ile bunların, bu esirlerin hayatı arasında yaradılış itibariyle ne fark vardı? Şurada, göz önünde sönen binlerce hayati, Firavun, nasıl ve hangi vicdanî salâhiyete istinatla düşünmüyordu. Kendi canı için hazineler feda eden bu adam, neden başkalarının hayatına kıymet vermiyordu. Ne garib, kendi eteğindeki bir tozun bulunmasına tahammül etmeyen insan, başkalarının sırtına çeki taşı yüklemekte, nasıl ve nereden gelmiş bir hak ve imtiyaz bulabiliyordu ???
- ??Boş yere yerlere kapanmayın. Bu mabudlar sizden de âciz, sizden de kudretsizdir. Tapılacak, bilinecek, görülecek hep hep kendi hakikatindir. O, her mevcudun canı, her mahlûkun çıktığı ve kavuştuğu noktadır.??
- ??Bakış, insana bilmediğini öğretir, bildiklerini de unuttururmuş. Meryem, de yeni bir şey öğrenmiş ve pek çok şeyler unutmuştu. Belki de bu unutulanlar kafilesinde, bizzat kendi de vardı.??
- ?Aşk, üç isimle yad edilir. Seven, sevilen ve sevgi. Fakat hakikatte her üçü de bir şeyi ifade eder. Sevilen sevenin aynası, sevgi de mecmuudur. Aynaya bakan bir kimsenin karşısında gördüğü şahsın bir vücudu yoktur; bu, bakanın gölgesidir. Keza, sevenin de sevilene karşı incizab ve meftuniyeti gene suretine, kendi aşkınadır. Yekdiğerini seven iki şahıs, bunun esas ve mahiyetinden bigâne oldukları için bu muameleyi iki taraflı görürler. Hâlbuki seven, sevilen; sevilen de sevendir. İşte aşk budur Meryem!??
- ??Yusuf ve Meryem, diye iki ayrı varlık yok ki... Cihanda ne Meryem, var, ne de başka bir mevcud... Hattâ cihan da yok.. Meryem, için yer, gole, her ?şey yalnız, yalnız Yusuf, yalnız o... Meryem, Yusuf tan başka bir şey görmüyor ve bilmiyor... Onun için Yusuf?tan başka bir şey yok ki bilsin! Esasen hiç bir güzelliğin cazibesine iltifat etmeyen müstağni nazarlarından bütün cihan silinmiş Yusuf?un istilakâr yarlığı, mükevvenatın bütün nakışlarını silmiş götürmüş. Hat'tâ genç kızın kendi vücudu bile çoktan bu adem kafilesinin arasına karışıp kaybolmuş...??