İşçiler devrim yapmak için ayaklanırlar, üretim araçlarının ve emek ürünlerinin adaletli bir biçimde dağıtılmasını isterler. Ama iktidarı bütünüyle ele geçirdiklerinde bir devlet meydana getireceklerini umuyor musunuz? İmkansız! Herkes kendi çıkarına bakacak ve başını sokacak sakin bir köşe arayacaktır.
Aman sevgili dostum, dedi, insanın hiçbir şeye ihtiyacı yok; bütün bunlar hiçbir şeye yaramaz! Akademiler, bilimler, uçaklar, bütün hepsi boş! İnsana yalnızca başını sokacak huzurlu bir köşe ve istediği zaman kucaklayacağı ve ondan vücutça ve ruhça namuslu bir karşılık göreceği bir kadın yeter. Hepsi bu! Siz bir aydın gibi akıl yürütüyorsunuz, siz artık bizden biri sayılamazsınız; siz zehirlenmiş bir insansınız. Siz düşünceleri, insanların üstünde görüyorsunuz, bir Yahudi gibi düşünüyorsunuz yani; insanlar yanmak için yaratılmış sizce...
... Ama daha sonraları, birçok defa hayatın saçmalığından ve çalışmanın gereksizliğinden söz edildiğini duydum; bu düşünceler cahil hacılar, yeri yurdu olmayan serseriler, ?Tolstoy?cular?, hatta yüksek kültürlü insanlar tarafından bile ileri sürülüyordu bunların arasında bir rahibeye, bir din bilim doktoruna, patlayıcı maddelerle uğraşan bir kimyacıya, neovitalist bir biyologa ve daha bunlara benzer birçok insana rastlamışımdır.
Boynumuza dolanmış ipi iyice sıkıyor ve bizi daha çok bağlıyor. Hayır. kendimizi gereksiz işlerden kurtarmalıyız. İnsan dinlenmek istiyor. Fabrikalar ve bilimler ona bunu sağlayamaz. İnsanın çok az şeye ihtiyacı vardır. Bana küçücük bir ev yetiyorsa ne diye kent kurmaya çalışayım? Yığın halinde yaşanan yerlerde kanalizasyonlar, su yolları, elektrik de olmalıdır. Ama insan bunlarsız yaşamaya uğraşırsa hayat çok kolaylaşır! Hayır, bizde birçok gereksiz şey var ve bütün bunları başımıza saran aydınlardır. Bu yüzden derim ki, aydınlar zararlı bir sınıftır.
0 güne kadar epey kitap okumuştum, şiir okumayı da seviyordum ve ben de şiir yazmaya başladım; ama yine de ''kendi sözcüklerim"le konuşuyordum. Bunların ağır ve sert olduklarım hissediyordum ama yine de düşüncelerimin karmaşıklığını bunlar çözebilir gibi geliyordu bana. Bazen bana yabancı gelen ve beni tedirgin eden bir şeye karşı davranışta bulunmak için kabalığı tercih ediyordum.
Bütün bu arabacıların, kapıcıların, işçilerin, memurların, tüccarların; ne benim ne de sevdiklerim gibi yaşamadıklarını, aynı şeyi istemediklerini ve aynı yolu izlemediklerini anlamak için sokağa çıkıp, eşikte bir saat kadar oturmak yeterliydi. Tam tersine, beğendiklerim ve kendilerine inanç beslediklerim, bana katlanılmayacak kadar saçma ve sıkıcı gelen bu hayatta kötü ve yapmacık bir karınca çalışkanlığıyla kendilerine bir yuva kurmaya çalışan insanların çoğunluğu arasında yalnız yabancı ve gereksiz gibi görünüyorlardı. Ve sık sık insanların sadece sözde iyiliksever ve merhametli olduklarını, iş uygulamaya geldiğinde farkına bile varmadan çoğunluğun yolundan gittiklerini görüyordum.
Bayram sabahları onlar için çok önemliydi. Geç saate kadar uyurlar, uyandıkları zaman çok önemli adamlarmış pozuna bürünüp en güzel elbiselerini giyerler, kiliseye giderler, işleri bittikten sonra yeniden yatıp uyurlardı. Ömürlerinin büyük bir bölümünü bu fabrikaya veren işçiler çok yorgun olduklarını her fırsatta belli ediyorlardı. Yıyememek,, fazla içememek ve sallana sallana yürümek onların yorgunluklarının en önemli belirtileri arasındaydı.
Fabrikanın işbaşı sireni her sabah öttüğünde, asık suratlı ve mutsuz insanlar, çok kötü görünen gecekondularından çıkarak koşar adım bu devasa binaya doğru yönelirlerdi. Ayaklarının altında biriken ve yürüyüşlerini güçleştiren çamurlara bile aldırmadan kendilerini kapıdan içeri atarlardı. Her sabah, kaderlerine isyan ederek aynı şeyleri tekrarlarlardı. Fabrikanın içinde büyük homurtalar çıkaran makineler karşılardı onları... Bir de heybetli ve bütün mahalleyi hükmü altına almış olan bacalar... Güneş batmaya başladığı zamanlarda bunun tam tersi yaşanmaya başlardı. Büyük bir iştahla içine aldığı onca insanı yine aynı şekilde dışarı püskürtürdü koca bina... Yağ kokusu ve metal şıkırtısından kurtulan işçiler, sabahkinin tersine, biraz daha mutlu bir şekilde dağılırdı sokaklara... _ İş bitmişti ve artık evlerine döneceklerdi. Bütün hayatları bu fabrikadan ibaret olan işçiler, emeklerini, gençliklerini, sağlıklarını bu gürültülü ve sıkıcı dört duvar arasına hapsetmişlerdi. Ama onlar, iş saati bittiğinde bütün bu kederlerden uzak, yine de mutluydular. Çünkü akşam olmuştur... Ya bir meyhane köşesine gidecekler, ya da evlerine dönüp acılarını unutmak için rahatlayacaklardı.
Akşam saatlerinde sokaklarda tembel tembel dolaşmaları da bu yorgunluğun bir işaretiydi. Bir lastik ayakkabısı olanlar yağmurda da, çamurda da aynı ayakkabılarla sokakları arşınlardı; şemsiyesi olanlar ise yaz-kış şemsiyeyİ açıp dolaşırdı sokaklarda. Bu az rastlanır bir örnek... Bir çift lastik ayakkabı veya sağlam bir şemsiye sahibi olmak herkesin harcı değil; böyle olanlar ise komşularına hava atmak için fırsat kollar...
Erkeklerin çoğu eve döndüklerinde ya karılarıyla kavga ederler, ya da etrafı dağıtırlardı. Gençler ise ya bir meyhane köşesinde sızıp kalır veya arkadaşlarıyla bir araya toplanıp kafaları çekerek açık-saçık fıkralar anlatırlardı. Bütün vücutları gibi beyinleri de yorulan bu genç insanlar çoğu zaman da içip içip sağa sola sataşırlar ve sonunda birbirleriyle ciddi kavgalar ederlerdi. Bu tür davranışlar işçi sınıfındaki herkesin en belirgin özelliklerindendi. Çünkü yapacak bir şeyleri yoktu ve küçücük dünyalarına renk, heyecan ve hareket getirecek başka bir eylemleri bulunmuyordu. Bu durum, onlara babalarından kalmıştı ve onlarla birlikte mezara kadar gidecekti. Her fırsatta kavga etmeye hazır böyle bir ruh hâliyle ömürlerini sürdürüp giderdi bu insanlar...
Kemal Sayar
Charles Bukowski
Can Dündar
Dante Alighieri
Mo Yan
Berna Moran
Umut Sarıkaya
Desiderius Erasmus
Erol Çelik