Coğrafya kitaplarının da yazdığı gibi, Rus taşra halkı düzensiz içki içen, kumar oynayan ve insanlardan nefret eden kişilerden oluşur. Siz bunun dışına mı çıkmak istiyorsunuz? Neden? Bir yasa mı istiyorsunuz? Bekleyin, nasılsa yasa da çıkar, daha başka nimetler de! Sakin yaşayın, Leo Tolstoy okuyun, bunun dışında bir şey yapmak gerekmez! En Önemli unsur Leo Tolstoy? dur; o yaşamın anlamının nerede gizlendiğini biliyor, sen bir şey yapma, her şey senin mutluluk ve sevincin için kendiliğinden oluşur. Taşralılar için en üzerinde durulmaya değer ve en gerekli felsefe budur azizim.
"Teknik mi diyorsunuz? Oysaki teknik, boynumuzdaki düğümü daha fazla sıkıyor, bizi daha sıkı bağlıyor. Hayır gereksiz yere çalışmaktan kurtulmalıyız. İnsan huzur istiyor. Fabrikalar ve ilim huzur vermiyor. Bir insanın yaşaması için, hiç de o kadar çok şeye ihtiyacı yok! Bana küçük bir ev gerekirken, neden koca şehirler kurayım? Toplu yaşanan yerlerde su kanallarına, kanalizasyona, elektriğe gerek vardır. Bunlar olmadan yaşamayı deneyin bakalım. O kadar kolay olacak ki! Hayır, bizde gereksiz olan o kadar çok şey var ki! Bütün bunlar aydınların yüzünden. Bu nedenle ben de diyorum ki: aydınlar zararlı bir kesimdir."
"Çocuk doğurmak çileli iş, gelgelelim kimse kadına saygı göstermez... Bak bu sözüm kulağına küpe olsun: Kadınlara hep saygılı ol... Analara, yani!
"Yaşam, ruhumdaki en iyi şeyleri inatla ve kabaca kemiriyor, yerine değersiz birtakım süprüntüler, saçmalıklar koyuyordu. Yaşamın bu gücüne karşı öfkeyle ve inatla direniyor, ötekilerle aynı ırmakta yüzüyordum. Ama su benim için daha soğuktu ve ötekiler gibi su üzerinde kolayca duramıyordum. Kimi anlarda dibe battığımı hissediyordum."
"Merhamet yok! Ya sevgi yüzünden mahvolacağız ya da sevgi için verdiğimiz mücadelenin altında ezileceğiz. Hiç fark etmez: Mahvolmaya mahkûmuz."
Uysal bir kadındı, ela gözlerinde, çalışmanın yıprattığı bir atın boyun eğmiş ve yumuşak direnci okunuyordu, zavallı at, arabayı yokuş yukarı çekiyordu; tepeye varamayacağını biliyordu ama yinede çekmeye devam ediyordu.
Her zaman aceleyle kemirdiği tırnaklarından başka kursağına hiç bir şey girmiyor gibiydi. Gece gündüz, durmadan öksürerek -boğuk, top atışı kadar gürültülü bir öksürüktü bu- birtakım karalamaların ve hesapların üstünde çalışırdı. Orospular keçileri kaçırmış biri sandıkları için ondan korkarlardı; gelgelelim acıdıklarından, kapısının önüne ekmek, çay ve şeker bırakmaktan da geri kalmazlardı. Unuturlarsa ya da başka bir merdivenden ötürü bunları getiremezlerse, adam eşikte durur ve kısık bir sesle koridora doğru, «Yemek!» diye bağırırdı.
0 geceyi bir daha tadamadığım büyük bir sevinç içinde geçirdim; bütün hayatımı yarı çılgınlık sayılacak bu çalışma heyecanı içinde geçirme arzusu ruhumu yakıyordu. Küpeştelerin arkasında dalgalar dans ediyor, yağmur güverteleri kırbaçlıyor, rüzgar nehrin üstünde ıslıklar çalıyor ve şafağın kurşuni sisinde ıslak ve yarı çıplak insanlar yorulmadan, durmadan koşuyorlardı; güçlerinden ve işlerinden gurur duyarak bağırıyor ve gülüyorlardı. Ve birden rüzgar bulutların yoğun yumağını yırttı, göğün göz alan mavisi üstünde güneşin pembe ışığı parladı. Bu neşeli hayvanlar bunu hep bir ağızdan bağırarak ve iyi yüzlerinin ıslak kıllarını sallayarak karşıladılar. Bu iki ayaklı, işte böylesine akıllı ve becerikli, kendini unutacak kadar işe kaptıran bu iki ayaklı hayvanları kucaklamak ve öpmek geçiyordu içimden.
Bazı değerler vardır ki insanı yaşamaktan men eder.
«Bırak her şey cehenneme olabildiğince çabuk gitsin. Eğer dünya birdenbire yarılsa, ya da her şey yansa, şöyle ya da böyle mahvolsa, memnun olacağımdan eminim... Tabii her şeyin mahvolduğunu görebilmek için en sona ben kalmalıvmyım...»
Susan Elizabeth Phillips
Victor Hugo
Helen Keller
Yusuf Atılgan
Rıfat Ilgaz
Mümin Sekman
Soren Kierkegaard
Nimet Erenler Gülkökü
Michel Foucault
Hakan Günday