- "Zaten bütün yaratıklar görselerdi, duysalardı savaşı, bütün yaratıklar duyabilselerdi savaş çığlıklarını bu dünyada savaş olamazdı. Savaşın iğrençliği bilinmeyen bir şeydir de... Savaşın kötülüğü saklanan bir şeydir de, yaratıklar onun için kabul edebiliyorlar savaşı." Sayfa:14
- O gün bugündür, Küp Gölünün oralardan geçenler, gölün kıyısına oturmuş, kara, ışık gibi akan uzun saçlarını sırtına vermiş, başı iki elleri arasında gözlerini som mavi suya dikmiş Gülbahar'ı görürler. Arada sırada Ahmet gölün sularında Gülbahar'ın gözüne gözükür ve Gülbahar kollarını açıp Ahmet'e yürür..... Göl kaynar, Ahmet silinir. Gülbahar silinir ve küçük ak bir kuş gelip kanadını suyun som mavisine batırır. Ve sonra da bir atın kapkara gölgesi gölün üstünden gelir geçer. Her yıl, bahara çiçeğe durduğunda, dünya nitelendiğinde, Ağrıdağının çobanları dört yandan gelirler, kepeneklerini gölün bakır toprağına atıp üstüne otururlar. Bin yıllık sevda toprağının üstüne otururlar. Tanyerleri ışırken kavallarını bellerinden çekip Ağrıdağının Öfkesini, sevdasını çalarlar. Ve gün kavuşurken ak kuş gelir... Sayfa:119
- Mahmut Han o gece sabaha kadar uyuyamadı, sarayın içinde döndü durdu ve düşündü. Ölümü ve hayatı düşünüyordu. İnsanları, şu dağlardan , ovalardan kopup gelen kalabalığı düşünüyordu. Bunlar bir erkek ve bir kadının mutluluğu için buraya toplanmışlardı. Dışarıdan bakınca öyle görünüyordu. Ama bunun altında çok şey vardı. İnanılmaz bir öfke vardı. Yüz bin yılın başkaldırma duygusu vardı. Şu konuşmayan, kıpırdamayan öfke... Bir delikanlıyla bir kızın sevdasını bahane eden öfke.. Gittikçe zaman bozuluyor ve halk azıtıyor. Bugün benim sarayımın kapısını tutarlar kız bahanesiyle, yarın İstanbul şehrini doldurur Padişahın sarayının kapısını tutarlar başka bir bahaneyle. Vakt erişti gibime gelir. Şu halka bir çare bulmazsak hepimizin kellesi gider. Yarın zulmü bahane ederler, öbürsü gün vergiyi, öbürü gün sarayımızı, öbürsü gün ekmeği... Ve birikirler birikirler... Yüz bin yılın öfkesi ve acısıyla... Şimdiki gibi sessiz birikirler. Ve bu kalabalığa güç yetmez. Sayfa:106
- "Görmesin gözüm, görmesin gözüm... Öldürülmeli anam, öldürülmeli. O öldürülmezse olmaz. Çukurova'da kimse bizim yüzümüze bakmaz. Babam da çıngıraklıyılan olaraktan Çukurova sıcağında, cehennemde yanar durur. O ölmeli. Anam ölmeli. Esme ölmeli. Esme ölecek." Sayfa: 68
- Eşkıya demek yatak demektir. Yatakları eşkıyanın canıdır. Yatağını belli eden eşkıya yaşamaz. Bura senin baş yatağın. Bir daha buraya ayak basmayacaksın Sayfa: 32
- "Sultanım, karıncalara var ya dokunmayalım. Onların kendilerini fil saymaları, filler gibi davranmaları, fillere öykünmeleri iyi... Karınca başkaldıran bir yaratıktır, fillere öykünmeleri onların tüm özelliklerini yitirdiklerini gösterir. Bitmişliklerini, yüreklerinin tükenmişliğini, içlerinin çürümüşlüğünü... Ben onların bu duruma gelmelerinden çok kıvançlı, mutluyum. Her şeye karşın, sana bile karşı gelerek kendilerini fil saymaları, artık onların kıyamete kadar, bir daha karıncalıklarını anımsayamayacaklarını, kıyamete kadar da senin kulluğunu sürdüreceklerini kanıtlar. Bizim de bütün istediğimiz bu değil miydi? Onlara filceyi bunun için öğretmedik mi? Onlara bunun için kendilerini, özlerini, karıncalıklarmı unutsunlar diye, dağlara, ağaçlara, yollara bellere bunun için borazanlar koymadık mı? İnsanlardan televizyonu, radyoyu, gazeteyi, tornam, sinemayı bunun için almadık mı? Onları, karınca oldukları eski günleri akıllarına hiç gelmesin diye, onları toptan ağır işlere koşmadık mı? İşte karıncalar bizim istediğimizden de çabuk, üstelik de fil gibi değil de karınca kadar fil oldular." Sayfa : 131
- "Nereye, nereye, kardeşler böyle nereye?" diye soruyor, ötekiler, "özgürlüğe," diyorlar, başka bir şey demiyorlardı. Sayfa:189
- Her karınca şimdi artık filler sultanına yaşam suyu, çiçek özü, türlü yiyecek arayan, ona saraylar kuran, taht yontan birer makina olmuştu. Ama hiç hiç düşünmeyen. Sayfa : 175
- "O kadar ağır işler yükleyeceğiz ki onlara, düşünecek bir anlık bile zamanları olmayacak;. Bu karıncalara hiçbir zaman başlarını bile kaşıyacak bir süre tanımayacağız. Hep iş, hep çalışma, hep açlık, hep yoksulluk, hep gelecek korkusu içinde olacaklar. Bu korkular onları kör, sağır, sersem, beyinlerini işlemez yapacak. İnsanfiller, insankarıncalara hep bunu yaparlar." Sayfa: 166
- O gece Seyranın gözüne hiç uyku girmedi. Sevincinden içi içine sığmıyor, dolup dolup boşanıyordu. Bir tatlı, büyülü, yumuşacık, sıcacık bir düş içinde yüzüyor, ağır, kokulu, ılık bir şeyler, sevgiye, şefkate, merhamete, dostluğa benzer bir şeyler damarlarında hızla dolaşıyor, kanı çektiği acılardan temizleniyor, rahatlıyordu.