- DAYAN KALBİM/ Seni dağladılar, değil mi kalbim, Her yanın, içi su dolu kabarcık. Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık. Sensin gökten gelen oklara hedef; Oyası ateşle işlenen gergef. Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
- Büyük İskender, Sezar, Ogüst, Cengiz, Şarlman, Timur, Yavuz, Büyük Petro, Büyük Friedrich, Napolyon gibi Kral, İmparator, Han ve Hâkanların devrinde ülke ve kavimlerin ne hâle geldiğini bilenler, millî üstünlük ve aşağılığın herhangi bir idâre şeklinden değil, üstün şahsiyetler veya aşağı şahıslardan, yahut güdülen veya güdülemeyen insan ve cemiyet dâvalarından geldiğini, idâre şekillerinin olsa olsa elverişli zeminler kurucu tâli bir aktör olduğunu takdir ederler.
- ?Bugünden sonra baban artık hiç acı çekmeyecek!?
- Abdülhamid düşmanları onun dinsiz olduğunu iddiaya kadar gittikleri halde, din düşmanımız Avrupalı, hususiyle ingiliz, ne çapta bir din bağlısı olduğunu açıkça itiraf zoruna düşer. (joan Haslip) isimli İngiliz muharriri Abdülhamid'e dair eserinde, (sf.102-103) Abdülhamid'i tasavvuf zevki bakımından taassuba uzak(!) hatta şüpheci ve hatta amelsiz ve samimiyetsiz gösterirken, aynı eserde (sf. 165) şu satırları Yazacak kadar korkunç bir tezada yuvarlanıyor: ??Hiçbir yabancı devletin tazyiki, Abdülhamid'i Kur'anın ve Şeriatın emirlerine uygun olmayan bir reformu Yapmaya ve imtiyaz' vermeye asla mecbur edemezdi.» Görüyor musunuz?.. Hiçbir inceliğe, hususiyle İslam inceliği ve Müslüman ruhuna aklı ermeyen Avrupalı, bu kadar ters anlayıştan sonra yine Abdülhamidin edâsından, onun muazzam din bağlılığına ait müşahedeyi çıkarıyor da, isimleri Türk ve Müslüman olanlar, bu kadarını bile göremiyor.
- Abdülhamîd'i evhamlı diye lekelemeye kalkışmak, gözü, gördüğü için ayıplamaya kadar aşağılık bir ithamdır. En yakın tarihlerde siyasi rakiplerini ortadan kaldırmak için en şeni hilelere başvuran ve en alâkasız vesilelerden faydalanmaya kalkışan devlet reisleri önünde Abdülhamidin merhamet, âtıfet ve adâlet politikasına bir kerecik göz atmak, onu nefsinden tam emin ve evhama en uzak bir ruh muvazenesi içinde bulmaya yeter ki, bu da hakikatin ta kendisi olur. Girift vâkıalar karşısında en ince teşhis, Abdülhamidin nefs emniyeti, merhamet, âtıfet ve adâletle beraber gereği kadar vehim ve hayâl kabiliyetini daima muhafaza ettiğidir. Meziyeti de bundadır. Alman ordu mimarlığının en büyük ustalarından (Molteke), bir kumandanda aranacak başlıca vasfın hayal kabiliyeti olduğunu söyler. Bu ölçüyle Abdülhamid, tarihimizin idare planında en üstün başbuğlarından biridir. Belki Fatih ve Yavuz'dan da üstün... Onlar her an yükselen bir «iyi»yi daha iyiye götürmüş kahramanlar... Abdülhamid ise her an derinleşen bir "fena"yı önleyici ve kimseden yardım görmeyici çilekeş... Eğer onda Fatih ve Yavuz devirlerinin şartları bulunsaydı acaba netice hangi noktaya varırdı? Nitekim bir mirasyediden başka bir şey olmayan Kanuni'nin lüpçülüğüne karşı aradaki tersine nispeti gösteren şu muazzam sözü her şeyi izah etmeye yeter. Bir gün Tahsin Paşa' ya diyor ki: «?Paşa! Yavuz'un oğlu ya ben olsaydım; vaziyet nasıl olurdu? ..»
- Merhametine, nefsini de, memleketini de kurban etti. "Kızıl Sultan"da merhamet işte bu efsanelik derecededir ve onun tek kötülenebilecek tarafı, bu sınırsız iyiliği... Tasavvufta, "bir şey haddini aşacak olursa aksiyle teselli eder" şeklindeki ölçü, en parlak ifadesini Abdülhamid'in merhametinde bulur. O, zulümden beter mikyasta merhametliydi ve merhameti, şahsi, memleketi ve tahtı hesabına zulümden beter bir netice verdi. Saltanatı boyunca, kaydetmiş olduğumuz gibi, korkunç katil bir haremağasından başka tek ferdi aleyhine çalışan her ferde ceza yerine refah hazırladı, açık ihanetlere kadar affetti ve asla hükümet idareciliği ile barışmaz bu evliyalık edasını, tahttan indirmeye gelenlere kadar gösterdi. Emrindeki birliklerinden en küçüğüyle Selânik çapulcularını darmadağın etmek kabilken: ?Hayır benim yüzümden tek damla kanın dökülmesine razı değilim! Dedi ve arada dev-sinek farkı varken sineğe yenilmeyi kabul etti. Abdülhamiddeki bu duygu, yalnız saf, derin, hastalık derecesinde bir merhametle izah edilemez. Kendisinden en gür bir Çağlayan gibi fışkıran merhamet hissini, onun ruh örgüsünü şekillendirici İlâhi haşyet, teslimiyet, mahviyet gibi duygularla bir arada görmek ve bir katışık halinde anlamak lazım...
- Ulu Hakan'ı küçültmeye yeltendikleri her yerde, farkına varmadan onun büyüklüğünü ifşa eden karanlık niyetli ve ecnebi hizmetkârı Abdülhamid düşmanları, bu noktayı da Padişahın vesvesesine ve vicdan huzursuzluğuna bağlamaya kalkışırlar. Halbuki büyük Avrupa politikacılarının ihtilâl bahislerindeki fikirlerini takip edenler bilir ki, bir devlet reisinin sırasında en büyük şüphe ve ihtiyatla göz dikeceği teşkilat, kendi öz muhafız kıtalarıdır.
- Birgün Abdülhak Hâmid, bana Abdülhamid hakkında şöyle demişti: ?-Sultan'da dini his ve mâverâi (metafizik) ürperti hastalık halindeydi. Herkesi de kendisi gibi bildiği, Allah korkusunu kalplerin en büyük müeyyidesi saydığı için devlet büyüklerini bu taraflarından tutmak ister, hareketlerindeki doğruluğu bu yoldan ölçerdi. Hiç sebep yokken, gece yarısı uykudan kaldırılıp saraya getirtilen nice devlet ricali vardır ki, huzura çıktıkları zaman Sultanın yanında açık bir Kur'an görmüşler ve ona el basarak sadakatlerini teyide dâvet edilmişlerdir. Türk-Yunan Muharebesinin başında Yıldız'daki askeri toplantıda da kumandanlara aynı yemin teklif edilmiş ve islâm-Türk şerefimi gölgelemeksizin Selanik Ordusuyla en kısa zamanda Atina'ya girmek için bütün mevcudiyetleriyle çalışmaları için teminat istenmişti. Denilebilir ki Abdülhamid, en hayali işle uğraşırken bile Allah'ı bir an bile unutmazdı Sözlerine, uslubuna, işlerine, iş görme tarzına hakim, daima bu ölçü??
- Kızı Şadiye Sultan babasının din alâkasını şöyle anlatıyor: «?Ramazan aylarında, her dairede ayrı ayrı bir imam, iki müezzin ve iki harem ağasının refakatiyle teravih namazı kılınırdı. Teravihi tâkiben imam ve müezzinlere buzlu şerbetler ikram edilirdi. Babam teravih namazını, husus dairesinin bitişiğindeki köşkte, ülema ve müezzinlerin refakatinde kılardı. Erkek evlatları ve bazen de amcalarımız, cemaatine dahil olurlar ve namazdan sonra sohbet yapılırdı. Damatlar ve biraderlerimi, babam sık sık iftara davet eder, yemekten sonra diş kirası adını taşıyan zengin keseler ihsan ederdi.» Babasının din alâkasını en başta gösteren ve bu yüzden kendisinin de aynı ruha tevarüs ettiğini belirten Şadiye Sultan, devam ediyor: «-Sıhhatli bir erkekti, sağlam bir bünyesi ve idmanlı bir vücudu vardı. Küçüklüğümde onun bir defa hastalandığını hatırlarım. Çok az uyurdu. Şafaktan önce kalkardı. Beş vakit namazını kılar, daima Kurân-ı Kerim ve Buhari-i Şerif"' okurdu. Dindar, Allah'ına bağlı, büyük bir müslüman idi. Abdestsiz yere basmazdı. Çok çalışkandı.» Yine Şadiye Sultan'a ait aşağıdaki satırlar da dindar hükümdarın vatan ve millet sevgisini gösterir: «-Babam, milletini delicesine severdi. (Ahmetçik, Mehmetçik) sözlerini kullandığı vakit, öz evlatlarından bahsediyormuş gibi, yürekten sevgisi derhal yüzünden okunurdu. Babamın zamanı saltanatında yalnız bir tek harp hatırlıyorum. O da Yunan Harbidir. Bu benim çocukluk zamanıma rastlamıştır. Hatırladığıma göre, haremdeki dairelere top top bezler getirilip dağıtılmıştı. Yaralı askerler için gecelikler dikilirdi. Hizmetkârlarımızla beraber sabahın erken saatlerinden gece uyku saatine kadar dikiş makinalarımızın başında, bizden istenilen sayıda giyeceği yetiştirmeye çalışırdık. Bu hummalı faaliyet bütün muharebe müddetince devam etti. Ben de çamaşırlara düğme dikerdim. Aklımca büyük iş gördüğümü sanırdım. Babam aramıza gelip, "Aferin evlatlarım, Allah sizlerden razı olsun, vatan için çalışmak ne tatlıdır. Allah vatanımızı düşmanlardan muhafaza buyursun!" derdi. Biz bu sözlerden kuvvet ve şevk alırdık, zaman kaybolmasın diye gözümüzü iğnemizden ve makinamızdan ayırmaksızın onu dinlerdik. Vatan! Vatan! Babam bunu bizlere ne kadar çok söylemişti.»
- Nihayet Makedonya meselesi, aslında Osmanlı Devletini yıkmak gayesi etrafında, Bulgar, Ulah, Sırp, Boşnak, Karadağ». Arnavut ve Yunanlı gibi unsurların birbirini yemeye kalkmasından, böylece devletin başına müthiş bir gaile açılmasından, bundan faydalanan büyük devletlerin de bir taraftan kargaşalığı körüklerken öbür taraftan Bâbıâli'yi ?Islahat? yaftası altında vaziyete hakim olmaya davet etmesinden, sakat asla bu hakimiyeti istemeyip, imparatorluğu yıkma fırsatını bu vesileyle elinde tutmaya bakmasından ibaret saikler silsilesi halinde çerçevelenebilir.