Merhametine, nefsini de, memleketini de kurban etti. Kızıl Sultanda merhamet işte bu efsanelik derecededir ve onun tek kötülenebilecek tarafı, bu sınırsız iyiliği... Tasavvufta, bir şey haddini aşacak olursa aksiyle teselli eder şeklindeki ölçü, en parlak ifadesini Abdülhamid'in merhametinde bulur. O, zulümden beter mikyasta merhametliydi ve merhameti, şahsi, memleketi ve tahtı hesabına zulümden beter bir netice verdi. Saltanatı boyunca, kaydetmiş olduğumuz gibi, korkunç katil bir haremağasından başka tek ferdi aleyhine çalışan her ferde ceza yerine refah hazırladı, açık ihanetlere kadar affetti ve asla hükümet idareciliği ile barışmaz bu evliyalık edasını, tahttan indirmeye gelenlere kadar gösterdi. Emrindeki birliklerinden en küçüğüyle Selânik çapulcularını darmadağın etmek kabilken: ?Hayır benim yüzümden tek damla kanın dökülmesine razı değilim! Dedi ve arada dev-sinek farkı varken sineğe yenilmeyi kabul etti. Abdülhamiddeki bu duygu, yalnız saf, derin, hastalık derecesinde bir merhametle izah edilemez. Kendisinden en gür bir Çağlayan gibi fışkıran merhamet hissini, onun ruh örgüsünü şekillendirici İlâhi haşyet, teslimiyet, mahviyet gibi duygularla bir arada görmek ve bir katışık halinde anlamak lazım...
Diğer Necip Fazıl Kısakürek Sözleri ve Alıntıları
- Arzu ölür mü?
Onu can sıkıntısından bunalanlar bilir. Hayatla aralarında cama benzer şeffaf bir engel vardır. Sinekler gibi çırpınırlar, bu cam delinmez. - Kadere inanıyor muyum, onu siz keşfedin! Fakat hayatın gizli bir şuuru olduğuna inanmak istiyorum. Öyle bir şuur ki, kendisini, yok gösterecek kadar gizleyebilmiştir. Ben hadiseleri çok girift bulan bir insanım.
- "Kalbimi ve aklımı hep sağ elime verdim;
Görevi olmasaydı sol elimi keserdim..." - Dilimize, kılık ve tabiiyet değiştirerek girmiş, yani hançere dehamıza uymuş ve öz kaynağı ile alâkasını kesmiş her ecnebi kelimenin, aslî maddesi kime ait olursa olsun, o kelime, öz, halis, saf Türkçedir.
İkinci şekle, yani kılık ve tabiiyet değiştirmeyen, hançere hususiyetimize uymayan ve kaynağı ile ilişiğini muhafaza eden kelimelere gelince; bu tarzda kelimeleri kullanmak imkânından bahseden her kim olursa olsun, Türk nüfus kütüğünden silinmesini gerektirecek kadar büyük bir suç işliyor demektir. - ? Bu dünya bir kuyu,havasız çömlek
DARALIYORUM.
Kelime manayı boğan bir gömlek
PARALIYORUM...
Allah ismi varken lügat ne demek
KARALIYORUM
Kapımı,buyursun diye o melek aralıyorum.. - Hiçbir seye yanmazdım, bu kadar gülünç olmasaydım.
- Bir azap ki, kul olduğum için çekiyorum, çekmemek için Allah olmak lâzım.
- Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim.Bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her seş benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
- Razı değilim Allahım! Yok olmaya, kalmamaya, gelmemiş olmaya, mevcut olmamaya razı değilim.Bu dünyada bırakamayacağım hiçbir şey yok. Ne deniz, ne ağaç, ne şehir, ne ev, ne kadın, ne de ben. Bu kalıbım, bu zarfım, bu kafesimle ben. Onların hepsini bırakabilirim. Fakat şuurumu, bilmek, duymak, var olmak şuurumu bırakamam. Razıyım bir toz parçası olayım. İnsanlar üzerime basarak geçsin. Canım acısın, duyayım. Canımın acıdığını duyayım. Razıyım bir kertenkele olayım. Kızgın yaz günlerinde bir bahçe duvarına tırmanayım. Tırnaklarımı tuğlalara geçireyim. Yeşil ve ıslak sırtımı güneşe vereyim. Fakat güneşle sırtım arasındaki öpüşmeyi duyayım. Tuğlaların incecik zerrelerini sayayım. Kovuklardaki böceklerin, bir boru içinden bakar gibi bana baktıklarını göreyim ve düşüneyim. Razıyım bir nokta olayım. Fakat o noktaya bütün kâinat, bütün mevcudiyle dolsun. Ben yok olamam. Ağlarım, tepinirim, çatlarım, çıldırırım, ölürüm, fakat yok olamam. Her şey benim olsun, vereyim, gökler, yıldızlar, gökteki samanyolu, ay, dünya vereyim. Fakat aklım bana kalsın! Aklım bana kalsın! Aklım!..
- Şüphe mi dediniz? Bu bana göklerin cezası. Bir aralık öyle sandım ki gözlerime akrep kuyruğu gibi sivri bir mil sokuldu. Zehirden bir damla akıtıldı. Bir de baktım ki hiç bir şey eski heyetinde değil. Bir de baktım ki eskiye ait her şey yanlış. Ana, baba, dost, kadın hakkında bildiklerim yanlış. Su yüzüne çıkan bir leş sırtı gibi bambaşka bir dünya, bambaşka iklimleri, bambaşka insanlarıyla dünyamın yerini aldı. Bir de baktım ki her şey, yeniden muayeneye, yeniden tahkike muhtaç! Doğrusu bu muydu? Ne bileyim? Soğan gibi iç içe, gömlek üstüne gömlek giyinmiş sayısız dünyalar görüyorum. Hangisi doğru? Ne bileyim? Tek bir şey mi doğru! Bana bu dünyayı, bu deliler dünyasını bir doğru emniyeti içinde gösteren ceza, göklerin cezası.