İnsan en çok sevdiğinin hatırına alışırmış bir şeylere. Bize lazım olan şey neydi? Sevmekti. Dünya ilerledikçe peyderpey bilgi, ilim, okullar, öğrenciler, öğretmenler, fabrikalar, her şeyin sayısı artıyor da neyin sayısı azalıyor? Sevginin. Bize korku değil sevgi lazım kardeşlerim. Ve bize sabah namazlarını kıldıracak şey korku değil, sevgidir. (SF. 16)
Salon oturmaları vardı eskiden. Neden salonda oturulur? Çünkü soba orada, sadece orası sıcak. Yazla kış kadar fark ederdi salonla diğer odalar. Aileyi bir arada tutan gizli bağdı sobalar. Soğuk oralara gitmeye kimse cesaret edemediği için, herkes salonda oturur, muhabbete katılmak durumunda kalırdı. Bir odanın olmazsa olmazı olduğunu, Macarcada sobanın oda anlamına gelmesinden anlayabilirsiniz. (SF. 24)
Uçurtmalar, alnını rüzgara teslim Edip benliği ile değil, hayalleriyle sevdasına doğru uçan umutlardır. Sahi, bir uçurtma kaç çocuğun hayallerini taşıyabilir üzerinde? Fark ettiniz mi, uçurtmalar gökyüzünden eksildikçe çocuk sayısı da azalıyor sokaklarda. (SF. 44)
"Özgürlük kelimesini çok severim, bana gökyüzünü hatırlatır hep. Babam bana 'Martılara değil gökyüzüne aşık ol kızım' demişti. Martılar gelir gider, gökyüzü, özgürlük hep oradadır. Babamdan kalır benim gökyüzüne aşkım." (SF. 48)
Sosyallikten uzak durduk diye bizi asosyal olarak adlandıranlara sesleniyorum. Biz sahteliği, daha doğrusu sahte insanlara sabredemediğimiz için sosyalleşmeyi tercih etmiyoruz. Bu, bilinçli bir tercihtir. Uçmak için yaratılmış kanatlara sahip bir kuşun arkadaşları kümesten çıkmıyorlarsa ve bu kuş kümeste arkadaşlarıyla takılmak yerine özgürlüğe ve yalnızlığa, gökyüzüne kanat çırpıyorsa, bu kuş asosyal mi olur? Bu hayatta yalnız olduğumuz gerçeğini kabul edip, aile ve mahallenin bizi diğerlerine benzetme uğruna hakiki değerlerimizi arayışımıza mani olmalarından kurtulduğumuz gün olacak. Ve sımsıkı bağlayacağız uçurtmanın iplerini elimize, bir ömür savaşını verdiğimiz özgürlüğümüzü kaybetmeyelim diye. (SF. 84)
Yoruluyorum insanların beni anlamalarını bekledikçe, anlaşılmayı beklememeye karar vereli epey uzun zaman oldu. ... Bakın gökyüzüne, maviliği diyor mu ben gidiyorum diye? Gökyüzünün maviliği gider mi hiç? Mavi gider mi? Ne yaparız gitse? Nasıl uçarız hayallerimizde yıllardır el bebek gül bebek biriktirdiğimiz kanatlarla? (SF. 49)
Hafızdım, yaşıtlarımdan daha fazla şey bildiğimi sanırdım. Mesele bilmek değilmiş, mesele olmakmış. Bilgiyi hafızana yerleştirmek değil, onu hücrelerinde hissetmekmiş. (SF. 51)
Babamdan sonra ilk kez biriyle muhabbet eder olmuştum. Konuşmak demiyorum. Konuşmak sadece kelimelerin sese kavuşmuş hâlidir. Muhabbet ise kelimelerin gönle kavuşabilmesidir. Ve gönle kavuşan muhabbet eğer Allah'ı anmıyorsa, yağmura hasret bir çöl gibidir. (SF. 52)
Hiç gelmeyen biri özlenir mi? Belki de en çok onlar özlenir. Tadanlar bilir. Onlar başka özlenir. Hiç gelmemiştir. Hatırlanacak bir duygu, bir iz bile yoktur ama onların yokluğu bir yanını yakar adamın. Gidenlerin anıları acıtır. Ama hiç gelmeyenlerin özlemleri başkadır, tamamlayamadığımız bir boşluk bırakır insanın içinde. Sebebini bilmeyince ilacını da bulamazsın. Cümlelerin sonu gelmez, cümlenin ortasında çekip gidesin gelir. Ona gidesin gelir, hiç gelmeyene... Bu kadar yanımızda ama bize uzak insan varken, Uzaklarda, Hiç duymadığımız o birinin muhabbeti en ihtiyacımız olması çok acı. Bilmiyorum derdimi anlayabiliyor muyum ama, çevremizdeki muhabbet edemediğimiz insanlardan çok, uzaklara ihtiyacımız var bizim. Göç etmeye ihtiyacımız var, göç edebileceğimiz bir yürege ihtiyacımız var, Ve henüz tanımadığımız o yüreği öyle çok özledik ki... (SF. 54)
İnsanlar kendi kendinle konuşmanın delilik olduğunu söylüyorlar. Karakterlerimize sürekli bir sosyalleşme hırsı yerleştirmeye çalışıyorlar. İstiyorlar ki hiç durmadan çevremizi genişletip saygınlığımızı artırmak üzere bir strateji ile yaşayalım. Ne yani, sosyal olacağız diye kendimizle ilişkiyi mi keseceğiz? (SF. 64)
Nuri Pakdil
Metin Eloğlu
Tess Gerritsen
Üstün Dökmen
Pierre Rey
John Green
Julio Cortazar
Ümit Yaşar Oğuzcan
Ursula K. Le Guin
Hakan Günday