- Sende mi hâlâ esir-i zülf-i yâr olmakdasın
Uslan ey dil uslan artık ihtiyâr olmakdasın
Recâizâde Ekrem - Efsâne-i Mecnun ile Leylâdan usandık / Nâbi
- Aşkın safâsı yok değil amma cefâsı çok
Şeyhülislâm Yahyâ - Kan ağladığım gonce-i handânın içündür / Fuzuli
- Sanırız ki düşünürsek düşüncemizi takdir edecekler; söylersek, sözümüzü anlayacaklar; bilirsek, ilmimize inanacaklar; doğru hareket edersek, lehimize şahadet edeceklerdir. Aldanırız! Hemen daima bunun aksi sabit olur. Hayatımızın her anında yapayalnız kalırız. Çağırırız ve hiç kimse imdadımıza gelmez. Muhitimiz bize karşı her an kör, sağır ve şuursuzdur.
- Hiç şaşmayan bir intizam ile işlediğini gördüğümüz beşeri bir kanun vardır: Nerede zekâ umarsak orada ahmaklıkla karşılaşırız. Nerede sadakat beklersek orada ihanete uğrarız. Nerede kibarlık ararsak orada bayağılığa rastlarız. Kime dostluk gösterirsek ondan sadakatsizlik görürüz.
- Tâ eskiden, Çamlıca demek, hem çam, hem fıstık ağaçlarıyla dolu büyük korular demekmiş. İnsanlar burada ulu uğultularını ve engin kokularını duydukları bu yüksek huylu ağaçlar altında huşu ile dolaşırlarmış! Daha, bir itilâya benzeyen aşkı duyanlar bu yüksek tepenin cazibesine tutularak buraya gelirler ve bu mülhem tepe onlara aşkın ve ebediyetin kudsiyetini öğretmiş gibi burada birbirlerine vefa sadakat yeminleri ederlermiş!
- Denebilir ki, manevi alemin maddi alemi bastırdığı o zamanlarda, daha maddiyatçılık dinin yerini kısmen olsun almadan evvel, yaşanan hayatın öz mayası imandı. Ve İslamiyet yahut din çokları için bir umde olmaktan ziyade bir iklimdi. Ruhları ve ömürleri dolduruyordu. Ve bu din, o zamanlar gönüllerde her pası temizleyen, her kapalı kilidi açan, her süründüğü şeyi kolaylaştıran, her geçen zamanı halavetleştiren bir büyü gibiydi. O zamanlara hemen her şey dini nazariye, birer dini aletti. Her şey haram, mubah veya sevaptı.
- Demek ki mütemadiyen namaz, oruç gibi dinin emirlerini yerine getirmeye dikkat eden, bu hususta pek ihtiyatlı görünen, o kadar ki, yemek yemeği pek severken kendini bazen üç aylarda da birkaç gün oruç tutmaya cebreden bu mutaassıp adamın bütün bunlara rağmen ruhunu düzeltmeyen, tasfiye etmeyen ve onu hakiki bir irşada erdiremeyen bir şey, bir noksan vardı.
- Bir memleketin şarkının bittiği yerde bitişik olan memleketin garp hudutları başlar! Demek ki şark, garp yoktur.