- Kafasında, adalet konusunda açık seçik bir kavram olmamakla birlikte, kendine özgü anlayışla, insanın birtakım yasalar koyan ve bu yasaları uygulayan bir yaratık olduğunu seziyordu. (s.103)
- Annesi, bağlı olduğu sopanın elverdiği ölçüde özgürdü. (s.104)
- İnsanların cansız varlıklar üzerinde kurdukları egemenliği çok daha önemli buluyordu. Cansız varlıkları harekete geçiriyor, dünyanın görünümünü değişikliğe uğratabiliyorlardı. (s.105)
- Yazgısını insanoğlunun eline teslim etmekle, yaşamak için zorunlu gereksinimlerin sağlanma sorumluluğunu da, karşısındakine yüklemiş oluyordu. Bir türlü alışverişti bu; çünkü tek başına didinip durmaktansa, sırtını insanoğluna dayamak yaşamayı kolaylaştırıyordu. (s.112)
- Anasını yitirmenin düşüncesi bile onu öyle bir dehşete düşürmüştü ki, tanrı saydığı insanoğlunun buyruğu bile ona vız geliyordu. (s.117)
- Onun için geçerli kural, güçlüye boyun eğmek, zayıfı ise ezmekti. (s.127)
- Kölelik, Beyaz Diş'i yumuşatmış, geçim sorumluluğunun başkalarınca üstlenilmesi onu zayıf kılmıştı. (s.1309
- Bu dünya bomboş ve maddi çıkarların geçerli olduğu bir dünyaydı! Kaba, sert, acımasız ve soğuktu! Sevgiden, okşamadan, sevecenlikten eser dahi yoktu. (s.141)
- Boz Kunduz tanrı olmasına tanrıydı, ama zorba ve acımasız bir tanrıydı. (s.141)
- Yaradılışının derinliklerinde uyuyan, bazı karanlık noktalar vardı. Bir çift tatlı söz, okşayan bir el, bu derinliklere ulaşıp o karanlık noktaları uyandırabilirdi. (s.141)