- "Bir insan başka birine ne verir? Kendisinden verir; sahip olduğu en değerli şeyden, ?yaşamından? verir. Bu, o kişinin yaşamını diğer insan için feda ettiği anlamına gelmez aksine kendi içinde yaşattıklarından veriyordur; Sevinçlerinden, ilgi duyduğu şeylerden, anlayışından, bilgisinden, mizahından, üzüntüsünden- içinde canlı olan her şeyden. Ve bazen bir şeyler vermek için bir bakış bile yetebilir. "
- "Bir kimse diğerinin üzerindeki elbiseyi alacak olsa ona hırsız denir. Peki, elinde imkanı varken bir fakiri giydirmeyen kimseye ne ad vermeli?"
- Bence kendi kendimizle yalnız kalma korkumuz, her şeyden önce bir zamanlar çok iyi tanıdığımız ama şimdi bize çok yabancı bir insanla karşı karşıya kaldığımızda hissettiğimiz, dehşetle kuşatılmış bir utanç duygusundan başka bir şey değil; korkuyor ve kaçıyoruz. Böylece kendimizi dinleme şansını kaçırıyoruz ve vicdanımızı görmezden gelmeye devam ediyoruz. Kişinin kendisi için verdiği savaşta uğradığı yenilginin en önemli semptomu, suçlu bir vicdandır. Bir çocuğun iradesini zayıflatmak için en etkili yöntem, onda suçluluk duygusunu uyandırmaktır.
- başkalarına karşı duyduğumuz sevgi kendimize olan sevginin almaşığı değildir. Tam tersine, kendine karşı sevgi, başkalarını sevebilme yetisine sahip olanlarda görülmektedir. Kural olarak sevgi, aralarındaki bağlılıktan dolayı insanın kendine duyduğu ilgiyle, «nesne» arasında bölünemez* Gerçek sevgi üreticiliğin sergilenmesi ilginin, saygının, sorumlulu ğun ve bilginin ifadesidir. Sevgi bir başkası tarafından etkilenme anlamında bîr «etki» değildir. Kökleri insanın sevebilme yetisine uzanan, sevilen insanın gelişip, mutlu olması için harcanan çabadır»
- Başkalarıyla olan ilişkide yoğunlaşma demek, din lemeyi bilmek demektir. Çoğu insan diğerlerini gerçek ten dinlemeden dinler görünür, hatta öğüt bile verir. Karşısındakinin konuşmasını ciddiye almadıkları gibi kendi konuşmalarını da ciddiye almazlar. Sonuç olarak konuşma onları yorar. Onlar yoğunlaşıp dinledik lerinde daha da yorulacakları kanısına sahiptirler. Ancak gerçek bunun tersidir. Yoğunlaşarak yapılan bir faaliyet kişiyi diri tutar (buna rağmen sonrasında do ğal ve yararlı bir yorgunluk duyulur), buna karşın yoğunlaşmadan yapılan faaliyet kişinin uykusunu getirir, gönün sonundaysa kişinin uykusunu kaçırır.
- Sevginin doğası hakkında söylediklerime bakacak olursak, sevginin kazanılması için en önemli koşul kişinin kendi narsizmini yenmesidir. Narsist yönelişte kişi salt kendi içinde olanları gerçek sayar, dış dünya olaylarının kendi başlarına gerçek olduklarını kabul etmez, o olayları kendi açısından yararlı ya da tehlikeli oluşlarına göre değerlendirir. Narsizmin karşısında nesnellik vardır; bu yetenek kişileri ve şeyleri oldukları gibi, nesnel görme ve bu nesnel görüntüyü kendi istek ve korkularından oluşan görüntüden ayırabilme yeteneğidir. Psikozun her türünde nesnelleşme son derece güçtür. Akıl hastası için tek gerçek onun korku ve isteklerini içeren, onun içinde varolan gerçektir.
- İki kişi birbirini daha iyi tanıdıkça yakınlıkları gitgide, inanılmaz oluşunu yitirir, sonunda düşmanlık, umut kırıklığı, birbirinden usanma duygusu, başlangıçtaki coşkudan arta kalan her şeyi alıp götürür. Oysa tüm bunlar başlangıçta hiç bilinmez, aslında o coşkun tutku, birbiri için "deli" olma, sevginin derinliğinin kanıtı sayılır. olsa olsa bu, sonradan gelecek yalnızlık duygusunun derinliğine kanıt olabilir.
- Bireyselliği yok eden bu eşitlik düşüncesi, çağdaş toplumda yayılmaktadır. Çünkü sürçmeden, takılmadan, kütle olarak çalışacak, birbirinin benzeri atom insanlar aranmaktadır. Bu insanların tümü aynı buyruklara uyar, oysa herkes, kendi gönlünce davrandığını sanır. Kitle üretimi çağımızda, eşyalarını nasıl tektipleştiriyorsa, toplumsal akış da insanların tektipleşmesini ister, bu tektipleşmeye "eşitlik" denmektedir.
- ... sevgi almak değil, vermektir.
- Sevgi, sevdiğimiz şeyin yaşaması, gelişmesi için duyduğumuz etkin ilgidir. Bu etkin ilginin olmadığı yerde sevgi olmaz.