- İstanbul, uzaklaştı ufukta... Geride, yalnız bir eşle 2,5 aylık bir oğul bırakmıştı Nâzım Hikmet... ...tabii bir de artık hiç göremeyeceği bir memleket... Gemi Bükreş?e doğru yola koyulurken kederlendi. Şimdi ölümüne kadar sürecek ?hasret yılları? başlıyordu.. Nâzım Hikmet?i Bükreş?ten Moskova?ya taşıyan uçak 29 Haziran 1951 günü Vnukovski Havalimanı?na indi. Apronda onu Sovyet Yazarlar Birliği üyeleri bekliyordu. Sovyet yazarları Nâzım?ı çiçeğe, alkışa ve övgüye boğdu. Şair Nikolay Tikhonov onu şu sözlerle karşıladı: Sevgili dostum, barış için savaşan sesler arasında sizinki, insanlığın dinlediği en güçlü seslerden biriydi. Onun diğer seslerden farklılığı, hapishane duvarlarını ve tüm engelleri aşmasındaydı. Bugün bu sesi, semalarımız altında duyduğumuz için çok mutluyuz. Bu ses, barış ve özgürlük savaşçısı Nâzım Hikmet?in sesidir.
- ?Ben her devre yeni bir hayat başında gibi başlarım.? İsmet İnönü
- Önce Enver çıkmıştı Harbiye?den, sonra Fethi, ardından Ali Fuat, Mustafa Kemal ve Kâzım sonra da İsmet... Kendilerini, sadece asker değil, imparatorluğu kurtaracak misyonerler olarak da gören bir subaylar kuşağıydı onlar... Kalpleri ihtilalci fikirlerle çarparak mezun olduktan sonra, tayin oldukları yerlere, vatanı kurtarmak için savaşmaya gidiyorlardı. Yemen?de Kolağası İsmet?in görevi İngilizlerin kışkırttığı kabile şeyhlerinin önderliğindeki isyanı bastırmaktı. Ama üç yıl sürecek bu görev boyunca orada sadece savaşın dehşetini değil, Harbiye?de uğruna yeminler ettikleri saltanatın nasıl gürültüyle çöktüğünü ve askerin o çöküntünün altında nasıl yok olduğunu da gördü.
- Kurtuluş 15 yıl önce gerçekleşmiş ama ülke yoksulluktan ve cehaletten kurtulamamıştı. Ne dil devrimi ne de okuma yazma seferberliği köyün gelişmesine yetmişti. Ülkenin nüfusu 16 milyondu, okuryazar sayısı sadece 2,5 milyon... Yani 7 kişiden sadece biri okuma yazma biliyordu. Nüfusun yüzde 80'i köylerde yaşıyordu ve devrimler, henüz 40 bin köyün sınırları içine sokulmamıştı. Çocukların geldiği Anadolu cehalet içinde kıvranıyordu. Devrimin önder kadroları, 1935'te CHP'nin 4.Kongre'sinde köyün kalkınması için önlem almaya karar vermişti. Bu cehaleti yenmek istiyorlardı; ama nasıl?...
- Milli Eğitim Bakanı Saffet Arıkan, çözüm arayan Mustafa Kemal'e "Elimde para var fakat eleman yok," diyordu. Çözümün ilk ışığı bu ikilinin yaptığı görüşmede yandı. Mustafa Kemal, içinden yetiştiği camiayı, askerleri devreye sokmayı düşündü: "Erlerin eğitimini yaptırdığımız çavuşlardan bu konuda da pekala yararlanılabilinir," dedi.
- Öküzün başındaki dünya Bir gün evimizin damına fasulye ayıklıyorduk, ay ışığı vardı. Komşu kadınlar da var. Bir ara ay ışığı karardı, silah sesleri duyuldu. "Aya eşkiyalar inmiş, kurtaracağız," diye silahlar patladı, tenekeler çalındı, ezanlar okundu. Sadece bunlar değil. Mesela zelzele oldu, "Gördünüz mü az oldu çünkü sarı öküz ayağını değiştirdi. Ya başını sallasaydı Allah muhafaza," derlerdi. Biz bunları yüklediler. Sadece bunları değil, mesela cuma günü temizlik yapılacak, "Örümceklere dokunamazsın kutsal hayvandır, evini bozamazsın, temizlik yapamazsın!" Bir hastan olsa, benim kardeşim vardı, kurşun döke döke öldürdüler. Gece dışarı çıkarsan, horoz ötmeden çıkamazsın; çünkü horoz ötmeden çıkarsan kapısının eşiğinden geçtiğin herhangi bir evde şeytanlar vardır, üzerine basarsan çarpılır kalırsın. Abdullah Özkucur
- Okulun kampanası çaldı. Okulun önünde toplandılar. 10 Kasım 1938. Genç bir adam merdivene çıktı, biz öğrencilere bir konuşma yaptı. O zaman dondum kaldım. Atatürk'ün öldüğünü haber verdiler. Yani en sevinçli günümde arkasından büyük bir üzüntü. Önce ne yapacağımızı bilemedik. Fakat bizden önceki sınıftan abiler, ağlamaya başladılar. Abi dediğim, onlar da 12-13 yaşında çocuklar. Biz de başladık ağlamaya. Böyle büyük bir üzüntü oldu.
- Atatürk'ün ölümü, bir dönemin kapanışının da habercisiydi. Atatürk'ten sonra liderliği İsmet İnönü devralacak ve köyde eğitim projesini sürdürme görevi ona düşecekti. İnönü, cumhurbaşkanı seçilince kabineyi Celal Bayar kurdu ve milli eğitim bakanlığına Hasan Ali Yücel getirildi. Yücel, hayatını eğitime adamış bir felsefe hocasıydı. Bakanlıkta tam bir devrim yaptı. Üniversiteler kanunu çıkararak özerkliği güvence altına almaya çalıştı. Dünya klasiklerinin çevrilmesi için bir tercüme bürosu kurdurarak 500'den fazla eserin Türkçeye kazandırılmasını sağladı. Ama onu ölümsüzlüğe kavuşturacak asıl projesi Köy Enstitüleri oldu. Yücel'in Milli Eğitim Şurası'nda tartışmaya açtığı bu proje cumhuriyetin en önemli hamlelerinden biriydi. Yücel, bir yasa tasarısı hazırlatarak ülkeyi, tarım koşullarına göre her biri 3-4 ili kapsayan 21 bölgeye ayırdı. Bu 21 bölgenin en uygun yerlerine bire Köy Enstitüsü kurulacaktı. Enstitüler şehirden uzakta olacak ama mümkünse tren istasyonuna yakın bir yere kurulacaktı. Bu enstitülerde köyün kalkınması için gerekli öğretmenler yetiştirilecekti. Ancak öğretmen sadece okuma yazma öğretmekle kalmayacak, aynı zamanda köylüye modern tarım tekniklerinden marangozluğa, müzikten hasta tedavisine kadar her konuda eğitim verecekti. Bir anlamda yerel önder aydınlar yetiştirilecekti.
- İmamlara karşı öğretmen Biz köylere, İstiklal Mücadelesi'nden itibaren sosyal hayatımızda yaptığımız büyük devrimleri götürecek adam yetiştirmek isteriz. Çünkü ümmet devrinin böyle bir adamı vardır. Bu imamdır. İmam, çocuk doğduğu vakit kulağına ezan okuyarak, büyüyüp ihtiyarlayıp vefat ettiği vakit mezarının başında telkin verip bağırarak doğumdan ölümüne kadar bu cemiyetin manen hakimidir. Bu manevi hakimiyet maddi tarafa da intikal ediyordu; çünkü, hasta olduğu vakit de sual mercii o oluyordu. Ona cevap veriyordu. Biz bunun yerine devrimci düşüncenin adamını köye göndermeyi isteriz. İmam nasıl doğarken ezan, vefatında telkin ile doğuştan ölümüne kadar elinde tuttuğu küçük toplumun hakimi ise, önderi ise, bizimki de bir taraftan maddi, diğer taraftan manevi köyün imamı olsun. Ve imam nasıl onun çocuğunu okutuyorsa (Elif be'den başlayıp Amme Tebareke'ye kadar) bizimki de onun çocuğunu okutsun. Çocuğunu okutmak için bu otoriteyi elde etmesi lazımdır; düşüncemiz bu idi. -Hasan Ali Yücel-
- Sabah yedi buçuktan sonra da serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali Yücel'in çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. Her öğrenci bir yıl içinde 25 klasik eseri okumak zorundaydı. İhsan Güvenç Remzi Kitabevi'nin yayımladığı elli kuruşluk "Garptan Seçme Eserler" dizisi artık bizim ellerimizdeydi. Maksim Gorki'nin Benim Üniversitelerim, Şolohov'un Uyandırılmış Toprak, Tolstoy'un Harp ve Sulh, Zola'nın Meyhane, Germinal'ini okuyorduk. Asıl garibi, nereden geldi bilmem, Nazım Hikmet'in kitapları, elimize geçerdi. Nazım'ın Salkım Söğüt plağını dinlerdik. Bu serbest okuma saatinde, isteyen öğrencilere müzik öğretmenleri tarafından mandolin, keman, akordeon, bağlama dersleri de veriliyordu. Hatta bağlama dersini kimi zaman, enstitüleri bire birer gezen Âşık Veysel veriyordu.