- Âşık Veysel, Köy Enstitüleri'ni gezer, saz hevesi vermek için enstitülerde belli bir süre dururdu. Bir gün başka bir yere gitmeden önce, "Çevreyi gezelim," dediler. Mualla Eyüboğlu var, Ferit Oğuzbayır var, epeyce kalabalığız. Bir gün önceden erzak hazırlandı, söğüşler yapıldı, kumanyalar alındı, arabaya dolduruldu. Ertesi sabah Âşık Veysel'le Küçük Veysel, erzak arabasına bindiler, dağın eteğinden gidecekler, biz İdris Dağı'nın yamaçlarından gideceğiz. Böyle yola çıktık. Çok kalabalıktık. Mualla Hanım'ın yanından hiç ayrılmadığım için biliyorum, karlara basarak gidiyoruz. Dağı aştık, Dereşik köyüne vardık, Dereşik köyünde hafif bir yamaç var, ondan sonra köy görünüyor. Oraya vardık. Tonguç da var başımızda. Yaya yürüyor. İşte köyü gezdi arkadaşlarımız, öğlen oldu, yemek zamanı geldi fakat erzak arabası gelmedi. Bekliyoruz, gelmez. Bir de haber geldi ki arabanın dingili kırılmış, araba devrilmiş. Hemen bir ekip çıktı, Âşık'ı aldılar, getirdiler. Ama Âşık Veysel'in suratı asık, sanki yağmur yağacak gibi, bulutlar aşağı inmiş hava kararmış gibi, canı sıkılıyor. Epeyce dinlendikten sonra Âşık, yanındaki Hidayet Gülen'e, "Eline kağıdı kalemi al," dedi, kalemi kağıdı aldı, "yaz bakayım," dedi. "Ben gidersem, sazım sen kal dünyada / gizli sırlarımı aşikâr etme / olsun dillerin söyletme yâre" diyerek "Sazım" türküsünü yazdırdı.
- Anadolu, bin yıllık uykusundan uyanmaya yüz tutmuştu. Bu uyanışın en güzel örneği İnönü'ye, 1942 yılında ziyaret ettiği Savaştepe Köy Enstitüsü'nde, konuştuğu bir kız öğrenci yaşattı. Paşa sokuluyor kızın yanına, "Kızım çantanda ne var görebilir miyiz?" diyor. "Görebilirsiniz paşam," diyor kız. Çantasından bir çeyrek köfte ekmek ve bir de Antigone adlı, klasiklerden yeni çıkmış bir kitap çıkarıyor. İnönü yanındakilere dönüyor, "Görüyor musunuz?" diyor, "Köy Enstitüleri'nde kitap, ekmekle bir tutuluyor. Ne zaman Türkiye'de erinden generaline, sade vatandaşından cumhurbaşkanına kadar herkes ekmekle kitabı azığıyla bir araya getirebilirse Türkiye'nin kalkınması daha gerçekçi olacak. Tam bağımsızlık o zaman gerçekleşmiş olacak." İşte Köy Enstitüleri bunun yolunu açıyor:
- Bütün bu faaliyetler Ankara'daki bir karargahtan yönetiliyordu. Hasan Âli Yücel'in Milli Eğitim Bakanlığı'nda kurulan bu karargahın komutanı İsmail Hakkı Tonguç'tu. O, öğrencilerin "Tonguç Baba"sıydı. Tonguç, 21 enstitüyle de ayrı ayrı ilgileniyor, sık sık gidip denetliyordu. Köy Enstitüleri'nin kuruluşuna tanıklık eden hemen bütün fotoğrafları o çekmişti. Belki de bu yüzden kendisi fotoğraflara ancak gölgesiyle girebilmişti.
- "Bir sürprizimiz var," dendi, piyano çekildi ortaya, baktık ufacık bir kız geldi, lüle lüle saçları, sandalyeye oturttular, kolu yetişmedi; kalın kitaplar koydular sandalyenin üzerine, ondan sonra çaldı. İdil Biret, 4 yaşında bir kızdı. Çok güzel şeyler çaldı, hayret ettik. Bu kadar küçük yaşta... İsmet Paşa çağırdı ve parmaklarının ucunu öptü. Alkışladık. Suna Kan da aynı şekilde. 10 yaşında falandı. Cılız, zayıf, ince bir kızdı. Konservatuvarda gene bir konserde Vivaldi'nin bir eserini çaldı. Rastlantıya bakın, bende o eser üzerinde çalışıyordum o günlerde. Baktım benden daha iyi çaldı. Sesler tertemizdi.
- Cumhurbaşkanı İnönü 1943 Eylül'ünde Hasanoğlan Yüksek Enstitüsü'nü ziyaret etti. Kısa zamanda ortaya çıkarılan eseri görünce çok etkilendi. Enstitülerin sayısının 20'den 60'a çıkarılmasını istiyordu. 60 enstitü demek, 200 bin yetişmiş tarımcı demekti. Hasan Ali Yücel, "Buna ne kadromuz ne de paramız yeter," diye itiraz edince, cumhurbaşkanı, sanki geleceği görerek, "Çok büyük fırsat kaçırıyorsunuz," demişti. "Bu savaş yıllarından yararlanarak bunları yapmalıydınız. Savaştan sonra ne olacağı belli değil. Bunların hiç birini bize yaptırmayacaklar. İleride beni dinlemediğinize çok pişman olacaksınız."
- Nitekim bir süre sonra okul yapmayan köyler cezalandırıldı. Okul yapımını tavsatan valiler, bizzat Cumhurbaşkanı İnönü tarafından radyoda halka şikayet edildi. Köylerden Ankara'ya doğru bir muhalefet rüzgarı eser olmuş, CHP içinde de itirazlar başlamıştı. "Köylüyü bu kadar sıkıştırmayalım," diyenlere Milli Şef, "Her köyde cami yok mu?" diye soruyordu: "O camiler nasıl yapıldıysa, okul da öyle yapılacak."
- Kazım Karabekir bunun üzerine, "Canım işte içinde köylü, toprak moprak geçiyormuş," dedi. Hürrem Arman, "Ha çocuklar, 'Ziraat Marşı'ndan söz ediyorlar." dedi. "Hadi söyleyin," dedi Karabekir, söylemeye başladık, "Sürer eker biçeriz / güvenin ötesine / uyduk başçiftçi Atatürk'ün sesine..." derken kestirdi. Sanki bir düşmanla karşılaşmış gibi, Atatürk sözünü söyletmedi tam olarak.
- 1948'den itibaren, ilahiyat fakülteleriyle imam hatip kurslarının açılmasına izin verdi. Ancak buna rağmen 1950 seçimlerini kaybetti. İktidara gelen Demokrat Parti, 1953 yılında bütün Köy Enstitüleri'ni kapattı. Solculuk bahanesiyle ve büyük toprak sahiplerinin baskısıyla, köyün aydınlanmasının önü kesildi. 17 bin 341 köy öğretmeni yetiştiren ve o öğretmenler aracılığyla köyü canlandırmayı, köylüyü yönetime ortak etmeyi amaçlayan Köy Enstitüleri'nin 13 yıllık koşusu böylece sona erdi.
- kıyaslanmayacak kadar güzel aşklar.. .. Bir Can Dündar Klasiği, küçük bir tavsiyedir..
- Bir dönemin tarihi bu kadar güzel, net ve bilgi dolu anlatılabilirdi.. Ellerine sağlık Usta.. soluksuz okuyacağınız bir kitap.. lütfen kalınlığına aldanmayın, kaldı ki iyi okuyucular sayfa sayılarıyla, kitabın kalınlığı ile ilgilenmezler.. (bu cümleyi kurmamdaki neden kitapçıdaki kitabı alacak kişinin verdiği tutumdur)