- burada bitsin mi hikaye başlasam mı yeniden her şeye yine tanrı mı olsam yaratsam mı kendimi ateşle havayla suyla mı yalnız eniyle boyuyla mı neyle kursam boş mu versem tanrılığı bir başıma otursam ne ateş ne hava ne su ne en ne boy ne Habil ne Kabil ne soy ne ben ne tanrı -?Sonra?, 1953-
- Bülent Ecevit: İsmail Hakkı Okday adında bir eniştem vardı. Sadrazam Tevfik Paşa?nın oğluydu ama Kurtuluş Savaşı için Anadolu?ya geçmişti, subaydı. Bir kardeşinin de İstanbul?da daktilo satan bir mağazası vardı. O mağazadan bana bir daktilo aldı, Erica daktilosunu. Böylelikle daha çocuk yaştayken daktilo kullanmaya başladım.
- Eskiden zor olan ayrılmaktı; sürdürmek mecburiydi çünkü... Şimdi ayrılık çocuk oyuncağı; zor olan sürdürmek...
- O yaşlı çınarları, ?Ziraat Marşı? söylenirken eski talebe ruhuyla ayağa fırlayıp, ?Biz yurdun öz sahibi, efendisi, köylüsüyüz!? diye haykırırken görmek göz yaşartıcıydı. Geç de olsa, onlara yarım kalmış mucizelerinin şanına yaraşır bir belgesel sunabildiğimizi umuyorum. Hatalarımız ve eksiklerimiz varsa, bunu da o mucizenin yarım kalmasının getirdiği eğitim eksikliğine bağlamalarını diliyorum. Bir daha Hasanoğlan?a gittiklerinde çocuklar onları tanır mı bilmiyorum. Ama şimdi, ?Hiç olmazsa biz de bir şeyler yaptık,? diyebiliyorum. Hepsinin ellerinden öpüyorum. Can Dündar 2000
- Bundan dolayı Atatürk?ün hayatına, onun daha genç bir subayken yaptığı mücadelerle ilgili en küçük ayrıntının, devrim tarihi açısından büyük bir önemi vardır. Atatürk?le birlikte geçirdiğim ayrıcalıklı ve onurlu günlerin anılarını yeniden yaşamak ve tatmak için, bu görevi elimden geldiğince yapmaya çalışacağım. Benim bu yazılarım başkalarını ilgilendirmese bile, çocuklarım için faydalı olacağı kanısındayım. Salih BOZOK
- Mütareke?nin ilk yıllarındaydı; Atatürk henüz Anadolu?ya geçmişti, Millî Hareket başlamıştı. Anadolu?nun bağrında çalışan Atatürk?e söz dinletemeyen Sultan?ın hükümeti ve onun yardakçıları, İstanbul?da onunla yakından ve uzaktan ilgisi ve bağlantısı olan herkese eziyet ederek hırslarını, kinlerini yatıştırmak istiyorlardı. Bir aralık benim de evimi basmış, belgelerimi almış ve beni Bekirağa Bölüğü?nde hapsetmişlerdi. O hükümetin uygulamalarında sebep ve adalet aramak faydasızdı. Kendimi hiç de düşünmüyordum. Evde korku ve heyecan içinde bıraktığım aileme, çocuklarıma acıyordum; ama onlardan daha çok acıdığım şey, evimin aranması sonucunda, çok önemli belgelerin hainlerin eline geçmesi olmuştu. Çok sürmedi, talih bana güler yüz gösterdi: Ferid Paşa kabinesi düştü, ben de Bekirağa Bölüğü?nden çıktım. İlk işim, çalınan belgelerimi aramak oldu. O tarihte Harbiye Nezareti başyaveri, sonra da Cumhuriyet ordusunun en seçkin bir ordu komutanı olan Salih Omurtak Paşa?nın yol göstermesi ve aracılığıyla, birkaç mektup dışında, bütün belgelerimi geri almayı başardım. Atatürk?le birlikte geçirdiğim eşsiz ve şerefli günlerin anılarını yeniden yaşamak ve tatmak için bu görevi, elimden geldiğince yapmaya çalışacağım.
- Çocukluk denince ben sadece mutluluğu anımsıyorum. Çok mutlu bir çocukluğum oldu. Çok mutlu geçen ilk gençlik yıllarımın, beni hayat boyu değişik bir biçimde etkilediğini hissetmişimdir. Bu, hayatıma, siyasi yaklaşımlarıma yön veren önemli bir etken oldu.
- Aslında Mehmet Ali Birand, ailesinin soyunu, yıllarca merak etmemiş. Ta ki oğlu Umur doğuncaya kadar... Eşi Cemre, ailenin köklerini öğrenmek için Birand?ın dayısı, Mahmut Dikerdem?e bir mektup yazıp, ?Bu çocuk nereden geliyor? Kökleri nerededir?? diye sormuş. Gelen cevaba şaşakalmışlar: Mehmet Ali Birand, anne tarafından Kürt?müş. Dedesi Şerif Bey, şimdi Elazığ?ın bir ilçesi olan, o zamanlar Diyar-ı Bekr (Diyarbekir) vilayetine bağlı Ergani Madeni sancağının Palu kazasındanmış. Askerliğini yaparken maiyetine girdiği Enis Paşa, onu da beraberinde Karadeniz Ereğlisi?ne getirmiş. Orada Enis Paşa aracılığıyla Çamlı Kömür Ocakları?nın sahibi, zengin bir ağa olan Mahmud Bey ve kızı Seniye?yle tanışmış. Aradaki yaş farkına rağmen Seniye?ye tutulmuş. Yakışıklı Şerif?i aileye iç güveysi almışlar. Fakir oğlanla zengin kızın evliliğinden 1899?da Seyfettin doğ- muş, 1906?da da Mürüvvet... Ancak Şerif Bey, bir süre sonra Ereğli?ye sığamamış. Kayınpederinin verdiği yüklüce miktar altınla İstanbul'a göçmüş. Kadıköy?de eskiden Fenerbahçe Kulübü?nün bulunduğu Kurbağalıdere?nin hemen karşısındaki Yoğurtçudere?de büyük, ahşap bir konağa yerleşmişler.
- İstanbul?un kışı ağır olurdu eskiden... Nüfus azdı; apartman, baca az... Kar, Balkanlar?dan gelip şehrin üstüne çöreklendi mi aylarca kalkmak bilmez, kapı önlerinden sık sık kürense de eksik olmazdı. 1943 yılının öyle karlı bir Şubat gecesi İzzet Bey, aile sofrasında ağır bir içkili ziyafetin ardından göğsünde sancılarla uyudu; sabah geç kalktı; acele giyinip evden fırladı. Tarih 6 Şubat 1943?tü. Dışarıda kar tipiliyordu. Gecikme telaşıyla, yedi dakikalık yolu beş dakikada yürüdü. Erenköy istasyonunda kendini trene attığında nefes nefeseydi. Vagon, dışarının aksine hamam gibi sıcaktı. Enfarktüs, Kızıltoprak istasyonunda yakaladı 43 yaşındaki İzzet Bey?i... Haydarpaşa, son durağı oldu
- Küçük bir sırla bitireyim: Nâzım?la beni ortaokul çağlarımda Handan halam tanıştırmıştı. Gizleyerek getirdiği Seçmeler kitabından kulağıma şiirler fısıldamıştı. Lisede o şiirleri sağda solda okuduğum için okulun militanlarından dayak yedim. Bu çalışmanın hem halama bir teşekkür ifadesi hem şiiri zorbalıkla susturabileceğini sananlara gecikmiş bir ibret belgesi olmasını istedim. Belgeseli de Münevver?i de halam seslendirdi. O ses, dün yasaklı olanın, yarın ülkesinin en büyük iftihar vesilesi haline dönüşebileceğinin de bir kanıtıdır aynı zamanda... Sağ ol Handan hala