- Sessizlik dikkat çeker. Etkileyebilir. İnsanı gizemli kılar. Ya da şüpheli.
- "Einmal ist keinmal," diyor Tomas kendi kendine. Sadece bir kere olan şey, diyor Alman özdeyişi, hiç olmamış sayılır. Yaşanacak tek bir hayatımız varsa eğer, onu hiç yaşamamış da olabiliriz, fark etmez.
- Böylece neredeyse göz açıp kapayıncaya kadar karısını, oğlunu, anasını ve babasını başından atmayı başarmıştı Tomas. Onlardan kalan tek şey kadınlara duyduğu korkuydu. Tomas onları arzuluyor ama onlardan korkuyordu da. Korku ve arzu arasında bir orta yol bulmak gerektiğini hissederek "erotik dostluk" dediği bir şey geliştirdi. Yattığı kadınlara şu açıklamada bulunurdu; her iki tarafı da mutlu edecek tek ilişki, duygusallığa yer vermeyen ve sevgililerden ne birinin ne de ötekinin birbirinin yaşamı ve özgürlüğü üzerine hak öne sürmedikleri ilişki biçimidir.
- Romanlar, Tereza'ya yetersiz bulduğu yaşamından düşsel bir kaçış imkanı vermiyorlardı sadece; elle tutulup gözle görülen nesneler olarak da anlam taşıyorlardı; sokakta, koltuğunun altında kitapla yürümek müthiş hoşuna gidiyordu.
- Latince kökenli bütün dillerde "merhamet, şevkat" anlamına gelen compassion, "ile" anlamına gelen ön ekle (com-) "acı çekmek" anlamına gelen kökün (geç dönem Latincesinde passio) birleşmesinden türetilir. Başka dillerde ise -Çekçe, Lehçe, Almanca ve İsveççe, örneğin- aynı sözcük yukarıdakinin eşdeğerlisi bir örnekle onun ardına getirilmiş, "duygu" anlamına gelen bir sözcüğün birleşmesiyle oluşturulur. (Çekçede soucit; Lehçede wspót-czucie; Almancada mit-gefühl; İsveççede med-kânsla.) Latince kökenli dillerde compassion şu anlama gelir. Başkaları acı çekerken insan hiçbir şey olmuyormuş gibi durup seyredemez ya da yüreklerimiz acı çekenlerin yanındadır. Aşağı yukarı aynı sözcük anlamını taşıyan pity(acıma) -Fransızca pitie; İtalyancada pietâ; vb.- acı çekenin acısına adeta lütfedermişçesine eğildiğimizi ima eder. "Bir kadına acımak" bizim ondan daha iyi durumda olduğumuz, onun düzeyine indiğimiz, gönül indirdiğimiz anlamına gelir. "Compassion" sözcüğünün genellikle kuşku uyandırması da bu yüzdendir işte; aşkla uzaktam yakından ilgisi olmayan, ikinci sınıf, değersiz kabul edilen bir duyguyu anlatmaya yarar bu sözcük. Birisine merhamet duyarak sevmek gerçekten sevmek değildir.
- Peki ama ateş eden neden Tomas'tı? Ve neden ötekilerle birlikte Tereza'yı da vurmaya bu kadar kararlıydı? Tereza'yı kadınların yanına yollayan oydu da ondan. Rüyanın Tomas'a iletmesi gereken, Tereza'nın ona kendi ağzından anlatamadığı buydu işte. Tereza, annesinin dünyasından, bütün bedenlerin eşit olduğu bir dünyadan kaçmak üzere ona sığınmıştı. Kendi bedenini benzersiz, yeri doldurulamaz kılmak için gelmişti ona. Ama Tomas da onunla öteki kadınlar arasında bir eşitlik işareti çizmişti; hepsini aynı öpüyor, aynı okşuyor, Tereza'nın bedeniyle öteki bedenler arasında hiç ama hiç fark gözetmiyordu. Onu geriye, kaçmaya çalıştığı dünyaya, öteki çıplak kadınlarla birlikte çırılçıplak uygun adım yürümeye yollamıştı Tomas.
- İnsan henüz gençse ve yaşam denen müzik parçası hala açılış notalarındaysa, yaşamın şurasını burasını değiştirip yeniden yazabilir, karşısındakiyle motif değiştokuşu yapabilir (Tomas'la Sabina'nın melon şapka motifiyle yaptıkları gibi); ama Franz ile Sabina gibi daha geç yaşta karşılaşan iki insanın müzik parçaları az çok tamamlanmıştır ve her motif, her eşya, her sözcük her biri için farklı anlam taşır.
- İlk birlikte oldukları sırada bir kere, Franz ona garip bir biçimde üstüne basarak, "Sabina sen bir kadınsın," demişti. Sabina onun bu apaçık gerçeği neden Amerika'yı keşfeden Kristof Kolomb ciddiyetiyle vurguladığını anlayamadı. Franz'ın böylesine alışılmadık biçimde vurguladığı "kadın" sözcüğünün onun gözünde iki cinsten birini göstermediğini çok sonra anladı; bu sözcük bir değerin ifadesiydi. Her kadın haketmezdi kadın olarak nitelendirilmeyi.
- İhanet. Küçük yaştan başlayarak babamız, öğretmenimiz bize ihanetin düşünülebilecek en alçakça suç olduğunu söyleyip dururlar. Peki ama nedir ihanet? İhanet, setleri yıkmak ve bilinmeyene doğru başını alıp gitmek demektir. Sabina bilinmeyene doğru başını alıp gitmekten daha harika bir şey düşünemiyordu.
- Sabina için yaşamak, görmek demekti. Görmek ise iki çizgiyle sınırlandırılmıştı: Gözleri kamaştıran güçlü ışık ve zifiri karanlık. Belki de Sabina'nın her türlü aşırılığı tatsız bulmasının altında yatan neden buydu. Aşırı uçlar, ardında yaşamın sona erdiği sınırlar demektir ve sanatta da politikada da, aşırılığa duyulan tutku, ölüme duyulan örtük bir özlemdir aslında.