Bayan, kendi içlerinde ne kadar karşıt görünürlerse görünsünler, bütün dinler gerçektir. Bunlar, aynı gerçeğin farklı simgeleridir. Farklı dillerde söylenmiş aynı cümle gibidirler.
Ben olumsuz mutlağım, hiçliğin cisimleşmiş haliyim. Asla elde edilemeden arzulanan, var olamayacağı için düşlenen şey ? bu benim hiçlik krallığım ve bana verilmeyen taht bu. Ben, bütün görevlerin unutuluşu, tüm niyetlerdeki tereddütüm.
Ben bütün düşlerin aysı efendisi, bütün sessizliklerin görkemli çalgıcısıyım.
Böyle konuşuyorum diye şaşırmayın. Ben doğal olarak şairim, çünkü ben yanlışlıkla konuşan hakikatim ve sonuçta tüm yaşamım, alegori kılığına girmiş ve simgelerle açıklanan özel bir ahlak sistemidir.
Tam olarak delilik sayılmaz bu halim, ama delirenler herhalde kendilerine acı veren şeye teslim oluyordur, ruhundaki sarsıntılardan yavaş yavaş zevk almayı öğreniyordur - hissettiklerim de buna pek uzak sayılmaz doğrusu. Hissetmek - ne renktir acaba?
Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.
Hayatı bir han olarak tahayyül ediyorum, çöküş arabası gelene kadar orada kalacakmışım. Araba beni nereye götürecek, bilmiyorum, çünkü hiçbir şey bilmiyorum. Dört duvar arasında beklemek zorunda olduğuma göre, hanı bir hapishane olarak da kabul edebilirim, çeşit çeşit insanlar karşılaştığım için, dostlukların yeşerdiği bir yer olarak da. Huysuz ya da görgüsüz biri sayılmam. Odasına kapanıp, kendini yatağa atıp gözünü bile kırpmadan bekleyip duranları kendi haline bırakıyorum; kulağıma hoş seslerin ve müziklerin çalındığı salonda gevezelik edenlere de ilişmiyorum. Kapının önünde oturup gözlerimi ve kulaklarımı manzaranın renkleriyle ve müziğiyle sarhoş ediyor, arabayı beklerken alçak sesle, yalnızca kendim için bestelediğim anlaşılmaz şarkılar söylüyorum. Gece çökecek, o posta arabası kapıya dayanıp hepimize seslenecek. Bana bahşedilmiş hafif rüzgarın ve onun tadını çıkarabilmem için bahşedilmiş ruhun tadını çıkarıyorum; ve daha fazlasını ne soruyor ne kurcalıyorum. Handaki anı defterine yazıp bıraktığım şeyleri günün birinde benden başkaları da okur, bunlarla yol boyu oyalanabilirse, ne âlâ. Kimse okumazsa ya da zevk almazsa, o da kabulüm.
Hayattan çok az şey istedim - ama o, o kadarını bile esirgedi benden. Azıcık güneş, kırlar, bir lokma ekmek bir lokma huzur, canımı fazla yakmayacak bir yaşama bilincim olsun ve bir de ne kimseye muhtaç olayım ne el âlem bana muhtaç olsun. Bu kadarı bile esirgendi benden, hani yüreğimizin katılığından değil de, paltomuzun düğmelerini açmaya üşemdiğimiz için dilenciyi başımızdan savarız ya, işte o şekilde.
Devlete iş yaparak küpünü doldurmuş bir şirkette çalışan bir arkadaşım, kazandığım parayı beğenmeyerek şöyle dedi bana: "Sömürülüyorsunuz, dostum." Bunun üzerine düşündüm de, sahiden de öyle; ne var ki, madem hayatta sömürülmekten kaçmanın yolu yok, kendini beğenmişlerin, şöhret budalalarının, üzüntünün ya da imkânsızlığın peşinden koşanların yerine, kumaş tüccarı Vasques'e kendimi sömürtsem daha iyi değil mi, diye de sormadan edemiyorum kendime. Bizzat Tanrı'nın sömürdükleri de vardır ki, bunlar bu dünyanın uçsuz bucaksız boşluğuna yuvarlanmış paygamberler ve azizlerdir.
Belki sevecek başka bir şey bulamadığımdan böyle oluyor, ama belki de insan sevgisine değer hiçbir şey olmadığından; duygusallığa kapılıp sevgimizi birine vakfetmeye niyetlendiysek - yıldızların sonsuz kayıtsızlığındansa benim gösterişsiz mürekkep hokkası yeğdir.
Erol Güngör
Afşar Timuçin
Philippa Gregory
Edgar Allan Poe
Woody Allen
Yunus Emre
Platon (Eflatun)
Sezgin Kaymaz
Mehmet Rauf
Thomas Bernhard