Kitaptan alıntıladıklarım ise:
-Eh sanıyorum bir yerde severek yaşamak ve bunu sürdürmek isteğine de "o yerli olmak" denir.
-En acıtıcı yara, asıl yanılanın insanın kendisi olduğunu anlamasıdır.İzi hiç silinmeyen tek yara, kendine ihanet eden bilinç tarafından kanatılmıştır,! En güç affedilen hata, insanın kendisine ait olanlardır aslında.
-"Bence demokrasının azı çoğu yoktur asteğmen.Demokrasi ya vardır ya da yoktur! Eşitliğin yaygınlaştırılmayışı, adaletin resmileştirilmemesi olabilir ama demokrasinin eksiği, fazlası olamaz! Demokrasinin de kuralları ve disiplini vardır.Demokrasi sonsuzluk ve sorumsuzluk değil, sorumluluk ve sağduyu rejimidir.Eşit uygulandığı ülkelerde iç savaş çıkmaz."
-Sanmak ile olmak arasındaki uçurumdan hep nefret ettim! Sanmak, içinde umutlar, düşler ve heyecanlar vaat eden çok boyutlu bir kavramken, olmak gerçeğin sert, kalın, köşeli ve katı üç boyutunu taşır yalnızca..Ne mutludur o, oluşlarının içine sanışlarını da katmayı başaran insanlara..
-Yakınına sokulmadıkça, kokusu duyulmayan mücerret bir koku gibidir ölüm...Mücerret soyut anlamına gelir...Ne zaman ki vakti gelir, yakınlarda birine denk düşer ve işte o zaman kokusu duyulur ölümün.
-"Yavaş yavaş, usul usul birikiyor kötülük..." diye fısıldadı Tuna.
-Kibirle ve kararsızlıkla geçirilen gençlik kimseye mutluluk getirmemiştir.
-İnsanın kendisini hiç beğenmediği yanlarıyla birlikte benimsemesi, ortalama olarak insan ömrünün kaçıncı yılına denk düşüyor acaba?