- Teninin parçası olmuş niceleri uzaklaşıyorlar, bir zamanlar adını bile bilmediklerin ise daha sonra en mahrem gülüşlerin sahibi oluyorlar. İleriye baktığında, geçmişin gölgeleri kaçınılmaz olarak düşüyor geleceğin üstüne, gitmiş olanları hatırladığında gidecek olanları da düşünüyorsun, en yakınından bile uzaklaştırabiliyor insanı bu düşünceler, o da eksilecek mi hayatımdan diye soruyorsun kendine. ''O gitmez'' dediğin kaç kişi gitti, asla kopamayacağını sandığın kaç kişiden koptun, hafızanda birer soluk hayalet şimdi onlar ve sen onların hafızasında soluk bir hayaletsin, gelecek, hayatından kimleri soluk hayaletlere çevirecek. Geçmişin anıları, geleceğin soruları...
- Kaçımız, endişelerle, korkularla, kuşkularla, kıskançlıklarla, mutluluk hayalleri ve mutsuzluk ihtimalleriyle çalkalanırken kendimize, kaçımız sevdiğimize tutunuruz. Sanırım çok azımız sevdiğimize, çoğumuz ise kendimize sarılırız. Niye kendimize sarıldığımızın cevabını az çok biliyoruz. Aşktan ne kadar çok söz edersek edelim, aynı ölüm gibi, aşka da hiçbirimiz hazır olamıyoruz, onunla karşılaştığımızda ilk büyük titreyiş ve coşkuyla birlikte tedirginliği, şaşkınlığı, zaman zaman dehşeti, acıyı, endişeyi, incinmeyi, bir başkasını kendisinden çok sevmeyi şiddetle yadırgayıp ayaklanan gururu da hissediyoruz, o depremde en iyi tanıdığımız, en güvendiğimiz ve kaybetmekten en çok korktuğumuza, kendimize sarılıyoruz.
- Birini bu kadar değerli bulduğunda, o acı çekerken eğlenemezsin; o, hayatının en önemli dönemeçlerini geçmeye çalışırken başını çeviremezsin, böyle davranmak içinden gelmez; bunu yapmamak gerektiğini bildiğinden değil, başka türlüsünü beceremediğinden öyle davranırsın.
- O bizi darıltan, gücendiren, küstüren hayatın içinde ne sahneler, ne cümleler, ne duygular kıpırdar; değerini kavrayamadığımız nice anı, bize bir şans daha verecek olan geleceğin içinde saklı nice ihtimal bir kez daha onlara bakmamız için bizi bekler. Hayatın bizim değerimizi bilmediğinden yakınırken aslında hayatın değerini bilmeyenin biz olduğumuzu anlamamız her zaman mümkündür.
- Zamanın bize bağışladığı anlar içinde en değersiz bulduğumuz an genellikle yaşadığımız andır, kıymeti en az bilinen, bütün anlar içinde en ''üvey'' olan, kendimize en uzak tuttuğumuz an tam da avucumuzda bulunan o andır.
- Değerini bilmediğimiz her an bizi bir başka hayatı yaşamaya mahkum eder.
- Değerini bilmediğiniz bir anla kaybettiğiniz bir gelecek, belki de değerini bileceğiniz bir başka anla size bağışlanacaktır.
- Hikmet Bey, Osman'a çok acıklı gelen bir benzetmeyle 'hayatım gibi' demişti, Osman Hikmet Bey'in hayatının yanlış yapılmış bir mum gibi tükenmesine üzülmemişti de 'teşbihin' bu kadar 'ucuz' olmasına üzülmüştü.
- "Mehpare Hanım, bütün bunlara eşlik etmeyi hiç reddetmedi, kocasının her istediğini yaptı, konuşmalarına, şakalarına ortak oldu, onunla sevişti ama ikiside eksik olan parçanın yerine konulamadığını fark ettiler."
- "Eyvah"