- Ali Safa Bey hayat savaştır diyordu. Daha çok, daha çok toprak. Hayat savaş değilse hiçbir şey değildir. Toprak savaşıysa, savaşların en kutsalıdır, insanoğlu bu dünyada bir de savaşmıyorsa, ne işe yarar? Ottan çöpten ne farkı olur?
- "Yobazoğlu Hasan, Yobazınoğlu Hasan," dedi, "senin o baban rahmetli var ya, kızılbaş bir kişiydi, ama Kürt yiğidiydi. Mert adamdı. Tek başına bir adamdı ama, hiç kimse ona gözüyün üstünde kaşın var arkadaş diyemezdi. Bir çocuk gördüm, sabahleyin, geceleyin, akşamüstü. Gün gibiydi bu çocuk. Bir avuç adamdı bu çocuk işte. Safi yürekti ama. Bu çocuktan koca bir hükümet, hemi de Mustafa Kemal, Yunanı, dünyayı alt etmiş şahan gözlü Mustafa Kemal korkuyordu. Hemi de ağalar onun önünde tir tir titriyorlardı. Titremekten donları tutmuyordu, Yobazoğlu. Anladın mı Yobazoğlu? Sana bir çift sözüm var, varsın Ali Safa evini yaksın. Yaktı işte. İyi etti, hoş etti, güzel etti güzel, eline de sağlık yüreğine de... Varsın bizi de öldürsün. Hak ettik arkadaş. Bizler kepazeliği hak etmiş adamlarız arkadaş. Çok münasip, çok güzel eder. Varsın elinden geleni ardına koymasın o Ali Safa iti. Olur mu? Hemi de iyi olur. Sen yalnız hiç korkma arkadaş. Hiç mi hiç korkma. Yüreğine korkuyu uğratma. Korkan yürek makbul bir yürek değildir. Sesi çabuk kesilir, Yobazım. Sen korkma arkadaş, korkma! Bütün bu işleri, seni korkutmak için getiriyor başına o gavur. Korkma yiğidim korkma! Sen yürekli bir adamsın, korkma! Ben sana korkma diyorum arkadaş. Çünküleyim ki korkan kişi hiçbir vakit, hiçbir yerde, havada, hem de karada, hem de denizde hiçbir vakit de iflah olmaz.
- İnsan hep kendisini yürekli sanır. İçine bir korku düşünce de bunu olağan saymaz. Kahrından ölür, delirir. Neden korkuyorum diye, aklını oynatır. Korku insanoğlunun yüreğine işlemiştir, bunu bilmez. İnsanoğlu salt korkudur, bunu bilmez. Bilmez de kendine yediremez korkuyu...
- Birinci Dünya Savaşında Tecirli aşiretinden, Tecirli aşireti Avşarın bir koludur, diyenler de var, Birinci Dünya Savaşında bir aileden beş kardeşin beşi de askere alınıyorlar. Bu beş kardeşten hiçbirisi de savaştan dönmüyor, Sarıkamışta kırılıyorlar. Bu ağıdı ölenlerin anası, bacısı, köylü kadınları yakıyorlar. Vay anam kurasının ağıtları Pınarbaşı, Sarız, Tomarza Avşarında da çok var. Vay anam kurası üstüne çıkarılmış ağıt bir beş değil, belki yüz tane. Vay anam kurasına her köy ağıt yakmıştır hemen hemen. Bu ağıdın adına niçin ?Vay Anam Kurasının Ağıdı? demişler: 16?lılar askere alındıklarında çok küçüklermiş. Askere ?vay anam? diye ağlayarak gitmişler. 16?lılardan dönmeyenler ?dediklerine göre onlardan hemen hemen hiç dönen yokmuş? üstüne her yakılan ağıda ?Vay Anam Kurasının Ağıdı? demişler. Bugün bile Toroslardan, Uzunyayla Avşarından yüzlerce dörtlük Vay Anam Kurası Ağıdı derlenebilir. Ben bu ağıdı Anavarza köyünden, Hemiteden, Sarız Avşarlarından derledim. 1940-1945 yılları arası. Beş oğlum var beş taburda Silahı dolu kuburda Sabreyle kızım sabreyle Çok keramet var sabırda Oğlum gitti güle güle Gelmedi el ile bile Biri nergiz biri nevruz Biri sümbül biri lale Geçiyor gavurun sözü Padişah kırıcı bizi Din İslam elden gidiyor Ulaş bari Battal Gazi Tabur taburu karşılar Talim eder onbaşılar Yağmur yağıp gün değince Yatan şehitler ışılar Atının alnını sığar Önüne malağma yığar Babam bedel versin diye Uğrun uğrun boynun eğer Anan kurbanların olsun Dört bacın kadanı alsın Nider on iki deveyi Altısını bedel versin Kız: Yaşa anam oğlu yaşa Yazılanlar gelir başa Ana ben sana küskünüm Bedel vermedin kardeşe Ana: Öyle deme kızım Hatun Oğlum öldü kaldım yetim Böyle olacağın bilsem Alırdım oğlumu satın Aferin oğlum aferin Bir kara donlu neferim Taburuna vardı m?ola Kara kaküllü Çaparım Zıbınının içi astar Mevlam encamını göster O kıza kurban olayım Bostan oğlum bir kız ister Kız: Anam beş oğlan yetirmiş Arkası keten gömlekli Benim kardeş cirit oynar Kucağı on beş değnekli Ana: Atının alnı perçemli Üstü gülgülü keçeli Baban ölsün oğlancığım Beli çifte tabancalı Kız: Sarıkamış Altunbulak Soğanlıyı biz ne bilek Bizim uşak böyle gezer Aklı zıbın kara yelek Battın Avşar kazaları İbrişimin kozaları Sarıkamışta kırıldı Gonca gülün tazeleri Gene kavga sesleniyor On altılı isteniyor Gidenlerden biri gelmez Silahları paslanıyor
- Bebek Ağıdındaki vaka şöyledir: Bir bey oğlunun, evlendikten sekiz sene sonra, bir çocuğu oluyor. Çocuk altı aylık kadarken yaylaya göçülüyor. Yolda, bir devenin üstünde bağlı bulunan beşik, çam dallarından birine takılıp kalıyor. Beşiğin çam dalında kaldığını, çocuğun anasından başka kimse görmüyor. O da önünde giden kayınbabasına bu vaziyeti söyleyemiyor. Çünkü onunla konuşmuyor. Anadoluda ?gelinlik? adeti vardır. Gelin, kayınbabası, kaynanası ve kocasının akrabaları ile konuşmaz. Onların suallerine baş işaretile (hayır) veya (evet) der. Gelinin yukarda saydığımız akrabalarla konuşması, bir terbiyesizlik addolunur. Sonra, beşiğin çamda kaldığını kocası, gelinden haber alıyor. Geri dönüp beşiği buldukları zaman bebeğin gözlerinin yırtığı kuşlar tarafından oyulmuş olduğu görülüyor. Bu ağıdı, bebeğin anası orada yakıyor. .... Deveyi deveye çatdım Örkünü üstüne atdım Alamadım bebek seni Gay?nbabamdan hicab ettim Harmancığın gayaları Nen çalıyor mayaları Berk mi değdi ağ bebeğim Garaguşun sayaları Harmancıkdan çıkdım yayan Dayan hey dizlerim dayan Şimdi emmilerin gelir Kimi atlı kimi yayan Garaguş döner havada Yavrusun gomaz yuvada Ora gedek ağ bebeğim Bir gönnüm Çukurovada Göğde bulut gar havası Işgın yayılır devesi Silini silini ağlar Bebeğin tülü mayası Bebek beni del?eyliyo Garşı daldan el?eyliyo Bebeğin uyhusu gelmiş Gel de beni bele diyo Harmancıkda tütün tüter Çıngırdaklı goşum öter Derdeyleme ağ bebeğim Benim derdim bana yeter Garagoyun garagoyun Ciğerinen olmaz oyun Meler m?ola benim gimi Guzusunu aldıran goyun
- Erenler bir tek söz duyma uğruna az mı yürürlerdi Horasan'a, Kahire?ye dek, ya Çukurovalı Karacaoğlan az mı yürümüştü, tüm Yürükler, Türkmenler? Ovalardan yaylalara, yaylalardan ovalara in çık, az mı ?koşmalar?, maniler düzmüşlerdi yol boyunca? Bizim edebiyat dediğimiz bir uzun yürüyüş. Göğceli bu okulun öğrencisiydi. Ayakları ile uyakları ölçüyordu, tıpkı Bursa?daki tutsak şair gibi. O şair Uludağ dibinde, tutuklular evinde, daracık bir odada ?volta atıyordu? şiir nöbetine tutulunca, arı gibi vızıldayarak beş adım atıyor, duvara çarpacak oluyor, derken haydi öbür duvara!.. Şiir üretiyordu her gün, kısa adımlı gitgellerle. Hızlı gitgellerle ?İnsan Manzaraları?na girişiyordu beriki 1941 yılında. 15 yıl boyunca voltalarını, mapusane yürüyüşlerini ölçecek olsak, uç uca koysak voltalarını, kalıbımı basarım ki birkaç kez dünyayı sarar aldığı yol?
- Dünyanın en saygın ve ünlü kitabevinin başkanı Claude Gallimard?la Fransız kitapçıları, 31 Ocakta Paris?te, yüzlerce gazeteci, yazar ve aydın kişiler önünde Yaşar Kemal?e ?Yılın En İyi Romanı? ödülünü verirken ?şimdiden biliyorum? eşim Güzin ve ben, az gidip uz gidip, 37 yıl öncesine dönerek bir arpa boyu yol gidip, birdenbire Çukurova?da bulacağız kendimizi? Gözümüzün önüne, bir deri bir kemik, köylü delikanlının biri çıkacak. Adı Kemal Sadık Göğceli. Hemite köyünden gelmedir. Dağ bayır dinlemez, köyünden, dağ köylerinden, obalardan, ovalardan, kasabalardan ikide birde kopup gelir Adana?ya, çöker önümüze, ağıtlar, türküler, destanlar serer buruşuk sarı kâğıtlar üstüne yazılmış. Abidin Dino (Milliyet Sanat Dergisi, 5 Şubat 1979)
- Memed köyü görünce bir hoş olmuş, eşkıyalığını, İnce Memedliğini, koskocaman bir Hükümetin kendisini yakalamak için dağları candarmayla dolduruşunu, ağaların adamı Kara İbrahimin nasıl kanına susamış bir bela olduğunu, her şeyi her şeyi bir anda unutmuş, içinde çocuksu, güzelim bir umut, bir sevgi, bir sevinç doğmuştu. Ilık ılık bir ince sevgi yüreğini alıyordu. Birden aklına geldi: "Ben bir kuş öldüremem," dedi. "Bir karıncayı ezemem. İncinir diye bir arıyı, bir kelebeği, bir kuşu tutamam." Şu anda, belki dünyada en çok elindeki tüfeğe, belindeki hançere, bedenindeki koşar koşar fişeklere şaşıyordu. Kendine bakıp bakıp gülüyordu
- Çukurovada çok insan, dağlarda çok insan, dünyada çok insan, az ağa var. Niye öyleyse ağaların başına kartallar gibi çokuşmuyorlar? Çokuşunca ne olacak, diye soruyordu Memed. Bin başlı evran, bir ulu bulut... Bir kılıç bin başlı evranı kesiyor, durmadan kesiyor, kılıç eskiyor, yoruluyor, evranın başı kesildikçe daha çoğalıyor.
- "Size gıpta ediyorum," dedi. "Ali Safa size büyük zulümler ediyor. Arif Saim Beyin bize ettiğinden daha çok. Bizimkiler, biz dayanamadık, birer birer ata tarlalarımızı Arif Saime sattık. Korktuk sattık. Benim gibi eşkıya olduk, sattık. Ahmaklık edip, sattık. İşte böyle dağlara düştük. Sizlere hayranım, dayatıyorsunuz. Bir ağaç ne kadar ulu, ne kadar güçlü, ne kadar sağlam olursa olsun, onu toprağından çıkaracak olursanız kurur. Bizi toprağımızdan çıkardılar, biz kuruyacağız. Size hayranım."