Bazen karşınızdakinin gözlerinde bir anlam yakalarsınız belki de o an için gerçekten samimi olan. Sonra adam işe yaramazın teki çıksa bile siz o anlama kilitlenip kalırsınız. Adamı değil, o anlamı seversiniz aslında. Buna literatürde 'vakit kaybı' denir.
Türk kadınlarının doğdukları andan itibaren DNA'larına kodlanmış olan 'evlenme saplantısı' ...
"Kucağına al, sev beni!" diye iki elini sana uzatıp ağlayan bir bebek gibi aşk. Niye ağlatıyorsun bebeği? Alsana kucağına. Kokusunu içine çeksene. O bebek bir gün büyüyecek, 'beni sev' diye gözlerinin içine bakmayacak, senin sevgine bu kadar ihtiyacı olmayacak. Ağlatmasana şimdi bebeği.
"Tuğçe araya giriyor. "Alyansın kökü yanmaktan mı geliyor acaba ? Al yansın gibi ?"
Bu kız, benim kardeşim. "Hayır Tuğçe, uzaylılardan geliyor. Aliens.""
Dibinde bir ejderhanın yaşadığı bilinen kuyuya inecek bir kahraman bulmak, muhakkak ki, dibinde ne olduğu hiç bilinmeyen bir kuyuya inmek cesaretini gösterecek bir insan bulmaktan daha kolaydır.
"Sinan, şimdiye kadar sana yaşattığım her şeyi unut"
"O ne demek?"
"Esas şenlik bundan sonra başlayacak"
Sizi olduğunuz gibi kabul eden -bakın geyik yapmıyorum- her halinizle seven birini bulmuşsanız farkında olmadan bağlanırsınız bir şekilde.
Umutsuzluk nezle gibi bir hastalık.Sanırım ben de bu hastalığa kapılmıştım.
Dolaptaki kıyma dört günde bozulurken duygular nasıl taze kalıyor?
Beyin bir hobi değil, bir organdır.
Alparslan Türkeş
Emin Çölaşan
Kemal Sayar
Burçak Çerezcioğlu
James Dashner
Truman Capote
John Katzenbach
Charles Bukowski
Feridun Andaç
Woody Allen