- Zaman, namlunun ucundan rastgele havaya atılmış bir kurşun gibi ilerler. Zamanı durduramayız, geriye alamayız. Çok küçüğüz onun karşısında. Bu yüzden hızlı düşünmemiz, hızlı karar vermemiz, hızlı seçmemiz, kırdıysak hızlı telafi etmemiz, istenmiyorsak hızlıca gitmemiz gerekir kendi iyiliğimiz için. Ne yazık ki zamanı oyalama lüksümüz yok.
- Pişmanlık, 'Bu kıyafeti nasıl giymişim, ya bu saçlar, bu kaşlar ne?' dediğimiz on dört yaşımızın ergenlik fotoğrafı gibidir. Kim en çirkin halini fotoğraf çerçevesinin içine koyup salonun baş köşesine yerleştirir? Çerçevelerin içinde hep güzel, mutlu yüzlerimiz vardır. Diğer fotoğraflara arada sırada bakarız, anılarımız canlanır, gülümseriz ve gerisingeri kutuya kaldırırız. Pişmanlık da böyle bir şeydir, aslında hep orada fakat gözümüzün önünde durmasını hiç istemediğimiz bir şey. Pişmanlık, zamanın gerçekliğiyle aşık atmaktan acizdir. Bizim gibi.
- Ah be İstanbul, bir sabah da öperek uyandır.
- Sinan'ın hayatını zindan ettim, evini bastım, asansörde tecavüze yeltendim, evlenme teklifi ettim, üstüne bir de asansörün ipi koptu, ölümden döndük... Gel de tüm bunlarla yüzleş şimdi. Kışın ilk iş evde kombiyi kökleyerek kendi cehennemimi yaratıp intihar edeceğim.
- Eyvahlar olsun! Böyle mi tanışacaktı ailelerimiz? Hani Sinanların evine ailecek gittiğimizde tatlı bir yaz akşamında Sinan'ın annesine mutfakta yardım edecektim? Hani sapından buhar çıkan çaydanlığı sıcak değilmiş gibi tüm hanımlığımla kavrayıp çay dolduracaktım ince belli bardaklara? Hani kaleyi içten fethetmek üzere, tribüne tribüne banacaktım? Reva mı bu bana!
- Yaşadığınız bir huzursuzluğun sizi başka birine, güzel duygularla kenetlemesi ne tuhaf.
- Yazık be bize... Senede bir gün filmi gibiyiz.
- Hala bana doğru bir adım atmadı. Muhabbeti nasıl devam ettirsem? 'Yağsız ve tuzsuz yiyeceğimiz, içi boş perhiz yemeğinde buluşalım mı?', 'Hastane bahçesinde bir çay mı içsek?', 'Hemşire fantezin var mı?', 'Serumun ne marka?'.
- Görülmemiş şey. Göremedik yani, kısmet olmadı.
- Bir gece ansızın giriverdi Cavide Hanım hayatımıza. Oysaki bu kadar yürekten çağırmamıştık kendisini.