- "Bir adamın içi merhametle, adaletle dolup taştı mı, kalbini tertemiz etti mi, nefsini tezkiye etti mi, zaten kitaptan okuyacağını artık kendi içinde bulur, oradan okur. Bilgi kitaptan öğrenilmez. İnsanın içinde zaten vardır. İç dünyasında, gönlünde derinleştikçe, derûnundaki o bilgiye ulaşır. Her şey insanın içinde var. Yoksa o bilgileri kitaplara yazanlar nereden bulup yazıyorlar? Gene içlerinden buluyorlar. Derinliklerinden çıkarıp yazıyorlar, gönülden. Sen kitaptan bir şey okuduğunda, dışarıdan bir şey öğrenmiş olmuyorsun ki, o şeyi kendi içinde, daha evvel, az çok bilip sezdiysen, hah diyorsun; kitapta yazanla, gönülde gezen, birbirine uyunca, tanış çıkınca, hah anladım diyorsun. Yoksa anlamak nedir? Kitap sana ne öğretir? Bir insan kendi içindeki dağları kazıp da kendi gönlündeki hazinelerle, kendi canındaki definelerle tanışmamışsa, kitapta mücevhere bile rastlasa, zaten onun kadrini bilemiyor ki, taş sanıyor. Peki kitap okunmayacak mı? Okunacak. Bazı kitap haritadır, pusuladır, kandildir, içindeki defineyi bulmana yardımcı olacak, yolunu ışıtacak. Ama içteki defineyi tanımamış olan, dışta cevher bulsa, onu taş sanıyor. Mesele içtedir. Okumaktan mana ne demiş ya Yunus." ~Ömer Faruk Dönmez (Ab-ı Hayat)
- "Önemli olan sevilmek değil, sevmektir. Önemli olan merhamet edilmek değil, merhamet etmektir. Mazluma niçin üzüleceksin, niye ona sahip çıkacaksın? Tanımıyorsun belki onu. Kim bilir kimdir, nerde yaşıyor, adı nedir, bilmiyorsun, başka ülkede diyelim, haberlerde izliyorsun. Onu tanımıyorsun ama hakkı tanıyorsun; o yüzden sahip çıkacaksın mazluma."
- "Hani bildiğin hikâye, adamın biri kalkmış hacca gidiyormuş, yolda bir şeyhe rastlamış. Şeyh sormuş: Nereye gidiyorsun? Mekke'ye. Niye? Kâbe ordadır. Kâbe nedir? O'nun evidir. Ne yapacaksın O'nun evini? Tavaf edeceğim. Kaç paran var? Yüz dinarım var. Ver o yüz dinarı bana, şu tekkedeki garibanlara çorba içirelim, sen de benim etrafımda yedi kere dönüver! Şaşırmış bizim yolcu: ne demek şeyh efendi demiş, olur mu hiç öyle şey? Olur evlâdım olur, demiş şeyh; Kâbe O'nun evidir, o evi Ibrahim'e yaptırmıştır ama orda hiç oturmamıştır. Gönül de O'nun evidir; üstelik onu bizzat kendi yapmıştır ve oradan hiç çıkmamıştır."
- " Mesele hep aynı yerde kilitleniyor. Fiiller düşüncelere yetişemiyor. Olgun adamda fiillerle düşünceler at başı gidiyor; gönlünü mamur kılıyor, fabrikayı gönlündr kurmuş, muhabbet üretiyor, merhamet üretiyor, adalet üretiyor. Ama olgun adam nerde? Gönüller hep köy olmuş. Köyde değirmen bile yok, fabrika ne arasın? Çünkü kişi, oranın köy olmasına razı olmuş. Gönlünü mamur bir ülke yap ki insanlığa da bir faydan dokunsun, hanlar; hamamlar, kervansaraylar inşa et ki, gelen geçen memnun olsun, mesrur olsun."
- "Şu yaşamak dedikleri şeylerde boşa koşturuyorlar; yalanla, rüşvetle, aldatmayla, mafyayla uğraşıyorlar; komplolar, tezgâhlar kuruyorlar; halbuki doğruluğun mücadelesini vermek lazım, hayatı doğru taşımak lazım, ölümü doğru taşımak lazım, ölümü doğru taşımayan hayatı da doğru taşıyamaz, nedir ölümü doğru taşımak, öleceksin, hesap vereceksin, buna yakîn derecesinde inanmaktır, aklından çıkarmamaktır, zaruretleri unutmamak, keyfiliğe kapılmamaktır." (Syf; 22)
- "Gönül vardır, fırın gibidir ekmek pişirir; gönül vardır, terzihanedir; gönül vardır, camidir; gönül vardır, meyhanedir; gönül vardır, doğrudan doğruya hayattır. Seninki hangisi?"
- Doğru: ademoğlu garip mahluktur: meseleyi kendi kendine halledebildiği müddetçe Allah'ı pek hatırlamaz, çünkü kendini 'müstağni' sayar. Baktı iş sarpa sarıyor o dakka Allah'ı yardıma çağırır. Menfaatçi bir din algısı.
- Hah! Tamrim, tüm insanlar neden yarini kendilerinin zannederler?
- 'Evde pineklemek, uyuz uyuz oturmak' gibi tabirlerle de evcimen hayat küçümsenir. Oysa kapitalizmin bu tezgahına karşı, Müslüman, evinde mutlu olan adamdır.
- Bir gün daha yaşanmıştır. Gerçekten yaşanmış mıdır, yoksa geçiştirilmiş midir? Cevabı zor.