- Suçlunun öldürülmesi ahlaki olabilir - öldürülmesinin haklı çıkarılması asla.
- Aklıma gelen: Sağ el hep bilmeli sol elin ne yaptığını.
- İnsanın yüzü suskundu, bakışı bunu değiştirmiyordu...
- Kitleler, kendilerini oyalayacak bir şeyler ararlar, oysa sanat, izleyicisinden kendini toplayıp yoğunlaşmasını ister...
- Dünyanın her yerinde sürekli aynı dram, aynı dar sahne üstünde aynı dekorlar, kendi büyüklüğünün sarhoşIuğu içerisinde başı dönmüş, köpürüp duran bir insanlık...
- Sokakları dolduran kargaşanın bile itici, insan doğasının başkaldırmasına yol açan bir yanı var. Bütün sınıflara ve mevkilere mensup, birbirlerinin yanından geçip giden bu yüzbinler, aynı niteliklerin ve yeteneklerin taşıyıcısı olan, aynı ölçüde mutluluğu isteyen insanlardan oluşmuyor mu? ...Oysa onlar hiçbir ortak yanları, birbirleriyle hiçbir ilgileri yokmuşçasına, birbirinin yanından geçip gidiyorlar...
- ...bizimkisi, acı çeken, kapkara ve zayıf omuzlarında sonrasız bir hüznün simgesini taşıyan bir çağ...
- Büyükler için, bitmiş eserlerden çok, ömürleri boyunca çalışmalarının izini taşıyan fragmanlar ağırlık taşır. Çünkü ancak daha zayıf, daha dağınık olan kimse bir şeyi bitirmekten kıyas kabul etmez bir sevinç duyar, hayat kendisine yeniden bağışlanmışçasına. Dahiye her çeşit kesinti, ister kaderin ağır darbeleri, ister masum bir uyku, atölyesinin durmak bilmeyen çalışması içinde kendiliğinden gelir. Ve bu atölyeyi koruyan sınırları fragmanında çizer. "Deha çalışkanlıktır."
- Hayvanlardan iğrenmekte hakim duygu, dokunulduğu zaman onlar tarafından tanınma korkusudur. İnsanın derinliklerinde dehşete düşen şey iğrenti uyandıran o hayvana pek az yabancı olan bir şeyin kendi içinde varolduğu ve hayvanın bunun farkına varabileceği yolundaki belli-belirsiz bilinçtir. - Her iğrenti, kaynağında, dokunmaktan iğrenmedir.
- Seven kişi sevilenin sadece kusurlarına, bir kadının sadece garipliklerine ve zayıflıklarına bağlılık duymaz, onu, kadının yüzündeki kırışıklarla benler; eprimiş elbiselerle çarpık bir yürüyüş bütün güzelliklerden daha sürekli ve daha acımasızca bağlar. Herkes çoktan geçirmiştir bu tecrübeyi. Peki niçin? Duyumun yerinin kafada olmadığını, bir pencereyi, bir bulutu, bir ağacı beynimizde değil, daha çok onları gördüğümüz yerde algıladığımızı ileri süren öğreti doğruysa, sevgiliye bakarken de öyle, kendi dışımızda oluruz. Ama bu sefer eziyet veren bir gerilim ve hayranlık içinde. Duyum gözleri kamaşmış biçimde, bir kuş sürüsü gibi, kadının yaydığı ışık içinde uçuşup durur. Nasıl kuşlar ağacın gizleyen yaprakları arasında korunak ararsa, duyumlar da gölgeli kırışıklara, hoş bir eda taşımayan el-kol hareketlerine ve sevilen gövdenin göze çarpmayın kusurlarına sığınır, sinip gizlendikleri o yerlerde güven bulurlar. Ve geçip gidenlerden hiçbiri hayranın aşk ateşinin tam da buralarda, kusurlu köşelerde, kınanacak yerlerde yuvalandığının farkına bile varmaz.