- Ölmek üzere olan bir ihtiyar revirin kapısının önünde bana: Görüşmek üzere..! diye bağırdı...
- Demek burada kımıldayan, soluk alan, tıpkı herhangi bir masa gibi bu masanın yanında oturan, belki de başka bir yerde olması gereken, dokunan, hisseden, ve giysilerinde hâlâ kıvrımlar oluşan ben öleceğim..!
- -Hiçbir şey söylemiyorsun, üzgün görünüyorsun, dedi. Oysa kalbimde cenneti hissediyordum...
- Nasıl..? Güneş, ilkbahar, çiçekle dolu tarlalar, sabah uyanan kuşlar, bulutlar, ağaçlar, doğa, özgürlük, hayat, bunlar artık benim değil mi..?
- Çok üzüntü verici..! Karşınızda duran, sizi görüp size bakan, sizinle konuşan, sizi yanıtlayan, fakat sizi tanımayan birini dünyanın biricik varlığı olarak tutkuyla, bütün kalbinizle sevmek! Sadece ondan bir avuntu ümit etmek..Ve onun, ölüme mahkum olan sizin için gerekli olan şeyden habersiz tek varlık olması..!
- Deliliğin, insanı yaşattığını söylerler; hiç olmazsa akıl acı çekmez; uyur ve bir ceset gibi yaşar...
- Ne yazık..! Ölüm ruhumuzu ne hale getirecek? Onu nasıl şekillendirecek? Ondan ne alıp ne verecek..? Onu nereye yerleştirecek..? Bazen dünyaya bakıp ağlaması için etten gözler bahşedecek mi..?
- Her insan günü belli olmayan bir idam mahkumudur...
- İnsan içinde bulunduğu umutsuz koşullarda bazen bir zinciri bir saç teliyle koparabileceğini sanır...
- Yatağımın başucu hizasında alevler içinde bir okla delinmiş iki kalp var, üzerinde şöyle yazıyor : Sonsuza kadar aşk...