
S. Ahmet Arvasi
- Doğum: 1932
- Ölüm: 1988
- Ailenin altı çocuğundan birincisi olan S.Ahmed Arvasî, ilköğretime Van'da başlayıp Doğubayazıt'ta tamamladı. Ortaokulu Erzurum'da okudu ve sonrasında Erzurum Erkek Öğretmen Okulu'nu bitirdi. 1952 yılında Konya'nın Doğanbeyli nahiyesinde ilkokul öğretmeni olarak göreve başlayan Arvasi, yurdun çeşitli yerlerinde öğretmenlik yaptı. Da... (devamı)
- O halde, Türk Milliyetçisi'ne düşen görev, bütün varlığı ile bu oyunu, her şeyden önce kendi yurdunda bozmak olmalıdır. Bu ülkede sun'i olarak birbirine düşman "güya Türkçü" ve "güya İslamcı" cepheler meydana getirmek isteyen hain ve kahpe oyunların karşısına, bir Müslüman-Türk olarak ve tarihine yaraşır bir biçimde çıkmalıdır.
Bunun için, Türk-İslam Kültürü'ne, Türk-İslam Medeniyeti'ne, Türk-İslam Ülküsü'ne bağlı, Türklük şuur ve vakarına, İslam iman, aşk, ahlak ve aksiyonuna sahip, Türklüğü bedeni, İslamiyet'i ruhu bilen, milletini teknolojik hamlelerle dünyanın bir numaralı devleti yapmak özlemi ile çırpınan, dünya Türklüğünün, İslam dünyasının ve bütün mazlum milletlerin ümidi olmaya namzet bir gençlik yetiştirmekten başka çaremiz yoktur. - "Akıl" ile "Vahiy" arasındaki farkı kabul etmeyenlere, "Filozof" ile "Peygamber" arasındaki farkı kabul ettiremezsiniz. Bütün idrakini, beş duyunun sınırları içinde "tutsak eden" ve kendini aşma cehdini duymayan bir akıl, "renkleri idrak edemeyen bir kör" gibidir, ona boşuna "sezgiden, ilhamdan, vahiyden" söz etmeyin. Unutmayınız, "peygamberlere iman etmeyen kimse" Mümin değildir, İslam'ın "basiretinden" mahrumdur.
- Dinimize göre ilk insan peygamberdi ve bir tek Allah'a inanıyordu. Zaten, sonradan yapılan sosyolojik araştırmalar da göstermiştir ki, iptidai kavimlerin çoktanrılı olması zaruri değildir. Mesela şu anda yeryüzünde yaşayan ve en iptidai bir kavim olan Pigmeler de tek tanrılıdırlar. Gerçekten de tarih içinde ve hattâ zamanımızın modern toplumlarında çoktanrılı kavimlere ve gruplara rastlamak mümkündür. Bununla beraber, yine bütün tarih boyunca, her toplumda "tek tanrı" fikrini ve inancını savunan güçlü kişilere ve peygamberlere rastlanmıştır. Bu konuda o kadar çok misal verilebilir ki... bir fikir edinmek üzere, şu iki örneği hatırlarsak yeter; Putperest Arabistan'da "Haniflerin" durumu ile İslam'dan önce Orta Asya Türklüğü'nün "muhavvit" karakteri gibi.
- Eskiden üzerlerine güneş doğmayan Müslüman Türk çocukları, sabah namazından sonra ağzına bir kaşık bal veya benzeri bir tatlı alır mesaiye öyle gider, kuşluk saatinde ilk yemeği yer, öğle namazına kadar çalışır, namazdan önce biraz uyur (kaylule yapar), hemen sonra abdest alıp namaz kılar, tekrar çalışmaya başlar, gölgesi iki boy oluncaya kadar çalışmasına devam eder, paydosttan sonra ikindi namazını kılar, biraz dinlenir vr akşam yemeğini yerdi. Yemeği takiben akşam namazını kılar ve yatsıyı bekler idi. Ramazan, Müslümanları böyle bir günlük programa hazırlar.
- Öte yandan Türklüğün İslam alemine ve medeniyetine büyük hizmetleri olmuştur. Hizmetin siyasi ve askeri yönü yanında bizzat din hayatına olan yardımı çok önemlidir. Türk dünyasında İmam-ı A'zamlar, İmam-ı Maturidiler, İmam-ı Buhariler, Büyük mutasavvuf Ahmed Yeseviler, İmam-ı Gazaliler, Nizam'ül Mülkler, Mevlanalar, Yunuslar, Hocazade Efendiler, İmam-ı Birgiviler, Ahmed Cevdetler... gibi din uluları yetişerek, kitaplığımıza binlerce cilt değerli eserler kazandırdılar, yeni ihtiyarlara, yüce dinimizi mecrasından saptırmadan, çözüm yolları buldular, devletimizi ve milletimizi "devrin en ilerisine çıkarmayı" başardılar. Türkler, İslam'a hizmet eden en büyük millet olma sıfatını gerçekten hak etmişlerdir. Peygamberimizden ve yüce "sahabi kadrosundan" sonra, bu sıfat gerçekten Türk Milleti'nin hakkıdır.
Bugün yukarıda adlarını saydığımız, büyük cedlerimizin kitapları, kitaplıklarda küflenirken ve genç nesiller, çeşitli tertiplerle bu kitapları okumak ve anlamak imkanlarından mahrum edilmişken, piyasada ne idüğü belirsiz kişilerin kitap ve yazıları dolaşmaktadır. Sanki Türk Milleti yeni "ihtida etmiş (yeni müslüman olmuş) gibi "nevzuhur" sahte müçtehitlerin kitapları genç nesillerin ellerine veriliyor. Malesef ülkemizde İbni Teymiyye, Abdulvahab gibi sapıkların, Farmason Cemaleddin-i Afgani, Muhammed Abduh'un görüşleri, yine masonların kontrolünde bulunduğunu önceden bildirdiğimiz "Müslüman Kardeşler" teşkilatına bağlı yazarların kitapları veya İran'dan kaynaklanan "Fars Emperyalizmine" ait eserler "din adına" okunmaktadır.
Öte yandan ecdadımızın meydana getirdiği eserler, yalnız Türk dünyasına değil, bütün İslam dünyasına, İslamiyet'i yeni baştan ve dosdoğru öğretecek temiz ve berrak kaynaklar durumundadır ve ne yazık ki gözlere ve dimağlara kapalıdır. - Batı'da da, İslam'ın dünyasında da insanın "hür iradesinden" söz edenler olmuştur. Şuurun dinamik olduğunu, kendi kendini yenildiğini savunan H. Bergson ve tabiattaki determinizmi yumuşatarak davranışlarımızın "hürlüğünü" ortaya koyan H. Poincare gibi, İslam dünyasında, "Mutezile", Cebriyye'nin zıddına, "insan iradesinin hür olduğunu", aksi halde "insanın sorumluluğundan" söz edilemeyeceğini iddia etti. Bunlar, "Kendi kaderimizi kendimiz yaparız" dedikleri için "Kaderiyyeciler" diye de anılırlar.
Ehli Sünnet'in reisi Ebu Hanife ve izleyicisi İmam-ı Maturidi, hem "Cebriyyecileri" hem de "Kaderiyyecileri" yahut "Mutezileyi" ifrat ve tefrite düşmekle itham ederek ret etmişler ve "Sapık anlayışlar" olarak kabul etmişlerdir.
Ehli Sünnet'in bu yüce imamlarına göre insanın iradesi, "İrade-i külliye" içinde bir "İrade-i cüziyye" den ibarettir. Sorumluluklarımız sadece "İrade-i cüziyyemizin" niyet ve tercihleri ile ilgilidir. - "Dün" ve "yarın" bugünümüzün iki "kanadı" olmuş, onlarla bu "mahbeste" dolaşıyoruz.
- Hiç şüphesiz, Türk içtimâi ırkı içinde eriyen, asırlarca kız alıp vererek Türk içtimâi ırkına katılan, Türk tarih, kültür ve ülküsünü benimseyen, gönlünde başka bir milletin özlemini taşımayan, Türk Devlet ve Milleti ile kader birliği eden herkes Türk'tür. Bu sebepten "içtimâi ırk" kavramı, biyolojinin değil sosyolojinin konusudur.
İçtimâi ırk, kozmopolitleşmeyi önler, tarih, kültür, din ve ülkü bağlarına bir de "soy ve kan birliği" şuurunu katar. - Milliyetçilik duygularının tipik bir özelliği vardır; tehlike ile karşılaşmadıkça kendini fazla hissettirmez. Milliyetçilik duygusu, tehlike olmadığı zamanlarda "kovanındaki barut kadar" sessiz ve uysaldır. Fakat ona ateşle veya darbe ile yaklaştınız mı, size mahiyetini ve kudretini gösterir. Bu durum pek çok milliyetçilik düşmanı "beynelmilel" gafillerin ve bölücü millet düşmanlarının feci şekilde yanılmasına sebep olmuştur. Birçokları, sahipsiz bir arsada buldukları bombayı, oyuncak sanarak taşla, keserle kurcalarken patlamasına sebep olmakla kalmayıp ne olup gittiğini anlamadan mahvolup giden kimseler gibi helak olmuştur.
Milliyetçilik, tarihin en büyük gerçeğidir, çağımızın en güçlü hareketidir. Milliyetçilerin ıstıraba ve çileye duçar olduğu "dönemler", devlet ve millet düşmanlarına felaket, dostlarına ise saadet getirmeye vesile olmuştur. "3 Mayıs Türkçüler Bayramı" bu demektir. - "Demokrasinin beşiği" İngiltere mi? "Lordların" ve "Avamın" çatışmalı ülkesinden "demokrasi dersi" almaya koşanların kulakları çınlasın. Hele "Yeni Sınıf" ın "sınıfsız toplumunda" ezilen proloteryanın çığlıklarını bir musiki gibi dinleyen "devrimci", duvarlara kızıl sloganlarını yazarken bomba patlatıp banka soyarken gerçekten "halkın iktidarını" mı getireceğini sanmaktadır? Kendisini alet gibi kullanan ve yakaladığı "arpalıkları" kimseye kaptırmamak için elinde tuttuğu "özerk" bölgelerdeki imtiyazları kaçırmak istemeyen bir "mutlu azınlığa" ve millete yabancılaşmış kadrolara hizmet ettiğini acaba görmeyecek mi?
"Türk'üm, Müslüman'ım ve medeniyim." diyen Türk-İslam Ülkücüleri'ne, en az iki yüzyıldan beri ezilen, hor görülen vatan çocuklarına "devrimbazların" neden, niçin ve nasıl düşman edildiğini acaba gösteremeyecek miyiz? "Türk'üm" derse "ilkel" olmakla itham edilen, milletin tarihine, kültürüne, ülküsüne "yabancılaşmayan" öğretmen, memur, polis, öğrenci, işçi ve halkın ıstırabı ne zaman bitecek?