- Çünkü Selma?nın aşk meselesinde korkunç bir tezi var: "Sevmek ve ölmek birbirinden ayrı şeyler değildir" diyor. Seven erkek ölüme hazır olmalı. Selma başka delile inanmıyor. Aşk teminatından, yeminlerden, mektuplardan nefret ediyor.
- Çokluk içinde imkan da zengindir.
- - E... dedi, şimdi söyle bakalım, biraz bu tarafından açalım, senin eski nazariyeler ne oldu? Münakaşalarımız malum: Sen ifratlardan da ihmallerden de hoşlanmazdın. Büyük duygulara, aşka filana inanmazdın; ne derdin? "İnsan yeni bir lüks otomobil gibi temiz, tertipli, cilalı yaşamalı. Bütün frenleri tutmalı. Hiçbir yere çarpmadan, kendini de başkasını da hırpalamadan, hayatta yarış değil, gezinti süratiyle koşmalı." Hani seninle bir münakaşamız vardı: "Hayat bir yarış mıdır, bir gezinti mi?" Sen gezinti olduğunu söylüyordun.
- Gene de o fikirdeyim.
- Acaba? Şimdi büyük aşktan bahsediyorsun. Büyük aşk büyük sürat değil midir? - Biraz evvel duyduğu kokunun bu el üstünde bahçesi vardı.
- Yüzü çok güzel. Şahane güzel. Bilhassa alın, kaş, göz nahiyesi. Burnu biraz uzunca ve dudakları kalın. Fakat yakışıyor ona bu. Gözler yaman. Bana şöyle bir baktı ve gözlerini bir müddet benden ayırmadı. Hem istekli hem öfkeli bir bakış. İçinde bir kraliçe gururu var. Hoş bir şey velhasıl. Sevenin de hakkı var, korkanın da.
- Sevişmek bir mücadeledir, değil mi? Ben düşman tarafım. İnsan sevdiğiyle dost olamaz. Onun bir dosta ihtiyacı var.
- Tecrübeden üstün, tecrübeden emin imtihan var mıdır?
- Selma doğru söylemenin de bazen bir ahlaksızlık olduğunu ima eder, hele birbirini sevenlerin arasında hakikatin bir kara kedi gibi dolaşmasından hoşlanmadığını anlatmak isterdi. Hususi hayatına dair Nevzat'a hiçbir şey sormaz, kendisi de bu çeşit sorgulara muhatap olmaktan sıkılırdı. Aşkta gizlemenin meşru olduğunu kabul ediyordu.
- - Gücenmeyiniz, dedi, şiirlerinize teşekkür ederim. Sizin her gelişiniz benim için büyük teselli. Fakat hep birbirinize benziyorsunuz. Bir zevkli tecrübe, sonra elveda. Nevzat da öyle yaptı. Bir son vapur bahanesi kafi. Ben gönül eğlendirmek istemiyorum. Yatağımın sıcaklığını çalıp kaçanlardan bıktım. Çok değil onlar, Nevzat'la dört. Fakat hepsinden iğreniyorum. Nevzat'tan bile. Bana onu yapmayacaktı.
Hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Halim susuyor, bir eliyle onun elini okşuyordu.
Selma elini çekti:
- Ya hep ya hiç... dedi.
Mırıltı halinde ilave etti:
- Hep beraber, herkese karşı beraber... Yahut... hiç.
Daha alçak sesle:
- Sizin de son vapurunuz varsa hemen gidiniz! dedi, ben... karşımda... saatin ve... dünyanın unutulmasını istiyorum.
Halim onun sevgi idealini muhteşem, insanlardan nefretini yüksek müdafaasını doğru, sözlerini güzel buluyordu. Karşısında saatin ve dünyanın unutulmasını isteyen bir kadında yarım bir ilahe büyüklüğünden ve gururundan başka ne olabilir? Böyle bir kadın, kendi çıktığı yüksekliğe başı dönmeden tırmanabilecek ikinci bir insan, bir eş bulamadığı için büyük yalnızların ve büyük mustariplerin acılarını duyuyordu. - Halim pencerelere doğru baktı.
Onun bu hareketini göre Selma, kadehini kaldırırken:
- Bakalım, dedi, benim yanımda dışarıyı unutabilecek misin?
Ne ihtiras! Bu kadının en büyük isteği bir erkeğe kendisinden başka her şeyi ve herkesi unutturmaktı. Eski dünyanın dişi tanrıları gibi, Selma da kurban istiyordu. Bir değil, birkaç.
Halim mesut bir mırıltı ile:
- Dışarısını hiç düşünmedim, dedi.
Selma, ümidi ve kederi birbirine karıştıran gözleriyle:
- Bakalım, onu ne zaman hatırlayacaksın? dedi.
Ve Halim'in bir şey söylemesine meydan bırakmadan ilave etti:
- Benim için o zamana kadar varsın!