Dostoyevski, Avrupa seyahati dönüşünde fikirlerini soran arkadaşlarına, bütün o gelişmişlik göstergelerine karşın Avrupa?nın mühim bir eksikliği olduğunu söylemiş: ?Bizim kadar iyi çay demleyemiyorlar!?
İşte ben de, yıllar sonra Selda?nın o toy (yahut müzik endüstrisi görmemiş) sesiyle söylediği türküleri dinlerken, bir yere takılıp kalıyorum: ?Kalk gidelim çayhanaya??
Bir içecek bir milletin ruhuna bu kadar siner, bu kadar benimsenir. Gurbete düşenler usulünce demlenmiş bir çayı nasıl özler, bilirim. Onun buruk tadından öte bir şey vardır bu özleyişte. O buruk tadın üzerinde tüten buhar kaç kez dostların, sevdiklerin arasında dolaşmış, kaç kez bir kalp sıcaklığı halinde bize dönmüştür. Çay dost sıcaklığının, memleket toprağında olmanın, kendisini belalardan emin hissetmenin sembolü gibidir.
İdareli olsun diye az demli doldurulan, orijinali ?tavşan kanı? rengini tedai ettirse de öğrenci evlerinde sarıya çalan sıvının lezzeti, kimyasında değildir; o lezzet, bir arada olmanın, bir şeyleri paylaşmanın lezzeti olsa gerektir ve bütün öğrenci evlerinde, şiirin çay meclisine bilirkişi olarak katıldığı, memleketin kurtarıldığı o dumanlı bekâr evlerinde daima lezzetli olması bundandır. Çay, yerlilerin meşru içeceğidir ve işte bu yüzden onların kalburüstü adamları bir çayhane etrafında toplanırlar. Yerli düşünce, Anadolu?nun bütün şehirlerinde, kendisine düşünce üssü hizmeti veren çayevleriyle kök salmıştır. Çayevlerinin, kahvehanelerin birer medreseye dönüştüğünü, oralardan nice şiirler devşirildiğini, nice dergiler kotarıldığını yerliler iyi bilir. Çay sıcak içilir ve aramızı ısıtır.
Dostlarımızı bir çay içmeye çağırırız. Tuhaf şeydir bu, bir sıvıyı içerken mutlaka hoşbeş edeceğimiz anlamına gelen bir şeydir. Çay birbirimizi anlamanın, birbirimizi dinlemenin, kalplerimizi birbirimize açmanın sembolüdür.
O yüzden, ihvanın olduğu yerde yirmidört saat fokurdayan bir çaydanlık mutlaka vardır. Çay ihvan içinde öyle itibarlıdır ki, ona ?küçük derviş? payesi verilmiştir. İftar saatlerini bir şölene çeviren şeylerden biri, belki de bunun için, yemekten sonra sofraya konuk edilen çaydır. Böylelikle sohbet için başlama işareti verilmiş olur.
Doğu ve Batıyı çayla olan münasebetlerinden de okuyabilirsiniz. Poşet çay Batının bireyci vurgusuna hayli uygun bir mamuldür, onu yapmak için ne zahmete ne de ustalığa gerek vardır, fonksiyoneldir ve bir sohbetin hamisi olamayacak kadar soğuktur. Oysa Doğuda çay içmenin bir âdâb-ı muâşereti vardır, o yüzden demlenen çayın üzerine titrenir, çay içmek bir şölene dönüşür ve sohbet koyulaştıkça çayın lezzeti artar. Doğu, çaydaki burukluğa meftundur, o buruklukta ruh iklimiyle imtizaç edecek bir şey bulur; oysa Batı, o burukluğu gidermek davasındadır, sütlü çay çayın aslî tabiatına müdahaleden başka bir anlama gelmez.
İçtiğimiz çayın memleket meseleleriyle de yakın alakası vardır. Çay madem yerlilerin meşru badesidir, bir çaydanlığın kaynadığı her yerde kalpten kalbe bir yol var demektir. Evet, dost elinden gel olmayınca gidilmez; ama bir hanede çay demleniyorsa, bir gün oraya da gidilebilir, konuşulabilir, anlaşılabilir demektir.
Türkiye, çayın demlendiği her yerdedir.