Tam olarak delilik sayılmaz bu halim, ama delirenler herhalde kendilerine acı veren şeye teslim oluyordur, ruhundaki sarsıntılardan yavaş yavaş zevk öğreniyordur. Hissettiklerim de buna pek uzak sayılmaz doğrusu.
Tanrıya inanmadığımı biliyordum, fakat düpedüz bir hayvan sürüsüne de inanamazdım; böylece ben de bazı insanlar gibi kalabalıkların sınırında, yani halk arasında Çöküş diye tabir edilen o her şeye uzak noktada kaldım. Çöküş, bilinçaltının tamamen yitirilmesi demektir, çünkü bilinçaltı yaşamın temelidir. Kalp düşünebilseydi, atmaktan vazgeçerdi.
Düşük bir ihtimal de olsa tanrı var olabilirdi, bu durumda ona tapmak da gerekebilirdi; İnsanlık ise, adına insan denen bir hayvan türünü ifade eden, basit, biyolojik bir kavram olmaktan öteye gitmiyor, bu nedenle de herhangi bir hayvan soyundan daha fazla hak etmiyordu tapınılmayı.
Bütün bunlar gelip geçiyor ve hiçbiri bana hiçbir şey ifade etmiyor, hepsi yazgıma yabancı - hatta kendi yazgılarına bile yabancı: bilinçdışına ait şeylerden, insanın başına tuğla düşünce salladığı küfürlerden, bilinmeyen seslerin uzaklardaki yankılarından oluşan bir karışım - kolektif varoluş salatası.
Devlete iş yaparak küpünü doldurmuş bir şirkette çalışan arkadaşım, kazandığım parayı beğenmeyerek geçen gün şöyle dedi bana: "Sömürülüyorsunuz, dostum." Bunun üzerine düşündüm de, sahiden de öyle; ne var ki, madem hayatta sömürülmekten kaçmanın yolu yok, kendini beğenmişlerin, şöhret budalalarının, üzüntünün ya da imkânsızlığın peşinden koşmak yerine, kumaş tüccarı Vasques'e kendimi sömürtsem daha iyi değil mi, diye de sormadan edemiyorum kendime. Bizzat tanrının sömürdükleri de var ki, bunlar da dünyanın uçsuz bucaksız boşluğuna yuvarlanmış peygamberler ve azizlerdir.
Yaşamayı bilmeden yaşayan bizlere her şeyi reddetmekten başka hayat tarzı, dünyayı seyretmekten başka yazgı kalıyor muydu? Dinle yaşamanın ne olduğunu bilemiyorduk, inanca akıl yoluyla ulaşılamayacağına göre bilemezdik de; insanın bir kenara atılabileceğine inanamıyor, bu açıdan düşününce kendimizi nereye koyacağımızı da bilemiyorduk; bu durumda sahip olduğumuz ruh, hayatı estetiğin gözüyle seyretmekte ise yarayabilirdi ancak. Böylece dünyaların cafcaflı görüntüsüne yabancı, ilahî olana ilgisiz, insanı hor gören bireyler olarak, kendimizi, boşu boşuna, beyin sinirlerimize uygun düşen karmaşık bir Epikürosçuluğun bağrında serpilmiş amaçsız duygulara bıraktık.
İnsanları sevmeyiz. Sevdiğimiz; birisi hakkında oluşturduğumuz fikirdir.Uydurduğumuz kavramı - aslında kendimizi - severiz
Anlamak için kendimi yok ettim.
Hep uyanmanın sınırındaymışım gibi hissediyorum.
Etrafimdaki her şey buharlaşıyor . Bütün hayatım hayal gücüm ve içeriği, kişiliğim- hepsi buharlaşıyor. Sürekli başka birisi olduğumu, başka bir şey hissettiğimi, başka bir şey düşündüğümü hissediyorum . Burada yeni bir sahnede yeni bir oyuna katılıyorum. Ve katıldığım oyun kendiminki.
Mario Levi
E. L. James
Julio Cortazar
Murathan Mungan
Niccolo Machiavelli
Ömer Nasuhi Bilmen
Mustafa Armağan
Linda Howard
Miguel de Cervantes Saavedra
Victor Hugo