- Necip Fazıl, Atsız, Serdengeçti birer dâva adamı idiler. Yaşıyorlardı ve bağırıyorlardı.
- Anayasası küffarı aldatmak için ilan edilmiş. Çöküş devirlerinde Avrupa'yı kızdırmaktan korkmuşuz hep. Kapitalizm için sadece pazar olmuşuz. Üst-yapı, alt-yapı. Her ikisinde de insan faktörü ön planda. Alt yapıyı şekillendiren de insan zekası. İstihsal kuvvetleri, yani tabiatla güreşen insan. Dilsiz bir nesil, dâvâsız bir nesil. Mazisinden kopan, âtiye bağlanamayan bir nesil. Ve yarını bekleyen trajedilerden habersiz kalabalığı oyalamak için sahte meseleler ibda eden bir sözüm yabana entelijansi-ya. Ya Batılılaşacaktık, Hint gibi, Japonya gibi. Ya maziye dört elle sarılacaktık. Dilini ve dinini kaybeden millet. Avrupa, Pera Avrupa'sı. Yurtlarından kovulan mürebbiyelerin getirdiği Avrupa. Tarih inatçı bir katır, kamçısız yürümüyor. En büyük talihsizliğimiz bu afyonlayıcı rahat...Osmanlı rahatsız ediyordu Mustafa Kemal'i. Silinmesi gereken bir vesikaydı yakın tarih. Mazi zaman zaman gevezelik ediyordu. Dil devrimi Selanik'in İstanbul'a isyanıdır, Selaniğin ve bütün Anadolunun. Osmanlı ordusu, Osmanlı teşkilatı, Osmanlı mimarisi yok edilemezdi. Ama nesillerin birbiriyle olan devamlılığı bozulabilirdi. Harf inkilabı altı yüz yılı rafa kaldırdı. Ve tarihsiz bir memleket ibda etti. Kuzey komşumuzun işine geliyordu bu. Tarihinden kopan bir ülke her maceraya sürüklenebilir. Dil devrimi kamusa Anadolunun doluşudur. Yalnız Anadolunun değil, Azeri'nin, Çağatayça'nın, Kırgızca'nın da doluşu...
- İnsanın keneden farkı bir dâva uğrunda fedakarlığı göze alabilmesindedir. Bir aydının en hayatî davası, fikre kitaba saygı telkin etmek. Bu memleketin yalnız nimetlerinden faydalanacak, kırk senedir geviş getirilen yalanları tekrarlayacak, tıkır tıkır maaşını alacak, Avrupalarda dolaşacak ve namustan dem vuracaksınız. Yağma yok.
- Bu mektupları masal sanıyorsan aldanıyorsun. Kalemi aleve batırıyorum, gönlümün alevine. Ve sen yanardağ ile oynayan bir çılgınsın. Kırık bir sazda senfoni çalmak! Sevilen ses sazların en güzelidir. Kristof Kolomb'un önüne Amerika'yı çıkaran kader, karşıma seni çıkardı. Seni yani cehennemi. Ben herhangi bir insan değilim. Istırapta sonsuzluğa varmış ve susuzluktan dudakları çatlamış bir garip yolcu. Binbir gece, on binbir gece... Sana her gün yeni bir şarkı besteleyebilirim. Kaf Dağı'nın ardındaki bahçelerden hiçbir fâninin koklamadığı çiçekleri, hiçbir elin uzanmadığı meyveleri getirebilirim... Çiçek de, meyve de palavra. Seni boşluktan kurtarabilirim. Yolcu boş bir evin kapısını mı çalıyordu? Neden bu kapıyı seçmişti? Evin pencerelerinde ışık yoktu... Aşk İspanyol kervansaraylarına benzermiş. Onda kendi getirdiğimizi bulurmuşuz. Ben Ekvator'un güneşini, Akdeniz'in gecelerini, denizin sonsuzluğunu ve 18 yaşımın heyecanlarını getirdim bu kervansaraya. Kapıyı açacak mısın?
- Seni kafamdan koparıp atamadım. Kafamdan ve gönlümden. Bazan bir utanç gibi içimdesin. Bazan bir zafer gibi. Ama hatıran hep buruk, hep yaralayıcı. Ağrı desem değil, sızı desem değil. Daha köklü, daha köksüz. Tek kafatasında oynayan facia birkaç perdede biter. Bu facianın seyircisi bile yok. Yahut faciayı komedi gibi seyreden garip bir seyircisi var. Bir yıl, on yıl.
- Osmanlı, altı yüz sene Nasrettin hocanın hindisi gibi düşündü. Kafası kılıcında veya tenasül uzuvlarında idi. Neyi düşünecekti? Kendisinden önce her şey düşünülmüş, her şey düzenlenmiş, roller dağıtılmıştı (Karısı ile hangi gece yatacağını, kıçını hangi parmaklarıyla yıkayacağını din öğretiyordu ona.) Zaten tefekkürden büyük günah tanımaz teokrasi. Düşünmeye teşebbüs edenin adı kâfirdir. Kâfirin katli vaciptir. Tarikatlar zindanın duvarında açılan bir iki hava deliği. Daha eski dinlerin zaman zaman dile gelişi ve Sünniliğin kabuğunu çatlatışı. İbn Haldun bir kültürün grup pırıltısı. Sonra mezar sükûtu, kılıç sesleri, nal şakırtıları. Ve hikmet-i vücudunu kaybeden beyin. Kovalamak, kaçmak. Altı yüzyıllık tarih bu iki kelimenin içinde. Sonra, sonra Ojias'ın ahırını temizlemek için Ojias'ın kellesini koparan bir Osmanlı zabiti. Ve üniforma giyen düşünce. Mustafa Kemal kafanın yalnız dışını değil içini de tanzime kalkıştı. Batı şapkaydı. Şapka ve itaat. Kalabalığın yerine şef düşünecekti. Kur'an rafa kalktı. "Nutuk" çıktı ortaya. Bir nutuk ve bir fırka. Bir lokma ve bir hırka. Önder önüne gelenin kellesini vurdurdu. Fırka hiçbir zaman ağzını açmaya cesaret edemeyen kalabalıkların ağzına vurulan kilide bir yenisini daha ekledi. Sonra yenildi içildi. Ve hazret sirozdan kıvrandığı yataktan bir tanrı olarak kaldırıldı. Bir tanrı veya bir şeytan. Atatürkçüyüz. Atatürkçülük asil cumhuriyetin resmi dinidir. Mitosu olmayan sığ, dalsız budaksız bir din. Tam robot dini. Bu gidişle bütün dünyanın Atatürkçü olması gerekecek. Yaşasın Atatürk, ulan biz Atatürkçüyüz. İbadet ve iman bu üç beş hecede başlayıp bitiyor.
- İnsan ancak kendi dilinde düşünebilir. Namık Kemal'i okumadığımız için hödük kalıyoruz.
- Peyami, Namık Kemal'le başlayan kitabın son mephası. Yahut son mephaslarından biri. O kitap Avrupalıyı pek ilgilendirmez. Peyami romancı olarak Sartre'dan, gazeteci olarak Roger Caillois'dan daha mı küçük? Sanmıyorum. "Kovadis"i almanak gibi Batının bütün kulübelerine uçuran rüzgâr: konusu. Yani Batı "Kovadis"te kendi resmini alabildiğine gü-¦ zelleştirilmiş olarak bulduğu için "Kovadis" milyonlarca satıldı. Peyami, Pierre Emmanuel için bir rakiptir. Daha etoflu, daha derine inen, daha nüanslı bir zeka.
- Oysa zaferle taçlanan her savaş size yeni dostlar kazandırır.Düşmanlarınızın düşmanları..
- Gitmek kaderin hatalarını düzeltmektir.