Bernard Lewis
- Doğum: 1916
- Bernard Lewis (d. 31 Mayıs 1916, Londra, İngiltere), İngiliz asıllı ABD'li tarihçidir. Princeton Üniversitesi'nde profesördür. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmış batılı uzmanlar arasında en çok okunan yazarlardandır. Yahudi kökenlidir ve George W. Bush'un danışmanlığını yapmı... (devamı)
- Provanslı bir ozan, karısına, "Üzerimdeki nüfusunuz, bir Haşhaşi şeyhinin can düşmanlarının üzerine saldığı fedailerin üzerindeki nüfuzundan kat be kat fazladır." derken, bir diğeriyse "Haşhaşiler şeyhlerine nasıl bir bağlılıkla hizmet etmişse, ben de aşka öyle şaşmaz bir sadakatle hizmet ettim." demiştir. imzasız bir aşk mektubunun yazarıysa, sevdiği kadını "Emirlerinize itaatimle cennete kavuşmayı ümit eden Haşhaşinizim ben." sözleriyle temin etmektedir.
- Provanslı bir ozan, karısına, "Üzerimdeki nüfusunuz, bir Haşhaşi şeyhinin can düşmanlarının üzerine saldığı fedailerin üzerindeki nüfuzundan kat be kat fazladır." derken, bir diğeriyse "Haşhaşiler şeyhlerine nasıl bir bağlılıkla hizmet etmişse, ben de aşka öyle şaşmaz bir sadakatle hizmet ettim." demiştir. imzasız bir aşk mektubunun yazarıysa, sevdiği kadını "Emirlerinize itaatimle cennete kavuşmayı ümit eden Haşhaşinizim ben." sözleriyle temin etmektedir.
- Bir zaman Türkler çok az -örneğin Araplardan ve İranlılardan çok daha az- milli bilinçlilik gösterdiler. İslamlıktan önceki Türkler her halde ilkel bir halk değildi; fakat kendi devletleri, dinleri ve edebiyatlarıyla belli düzeyde uygarlığa sahip kavimlerdi. Bununla beraber, birkaç kırıntı hariç, onsekizinci ve ondokuzuncu yüzyıllarda Avrupalı bilim adamları tarafından kısmen yeniden bulununcaya kadar, hepsi unutulmuş ve İslamlık içinde silinmişti. Eski Arabistan putperest kahramanlarının Araplardaki anılarının, eski İran imparatorlarının geçmiş ihtişamları hakkındaki İranlı gururunun, hatta Firavunların kırılmış fakat muazzam anıtları etrafında örülmüş müphem Mısır efsanelerinin eşi Türklerde yoktur. Halk şiiri ve soy
efsanesinden birkaç parça dışında, bütün İslamlık öncesi Türk geçmişi unutulmuştu. Hatta Karahanlılar gibi yeni İslamlaşmış bir Türk hanedanı, onuncu yüzyılda Türk geçmişini unutup ve kendisini İran efsanesinden alınan bir adla Efrasiyab Hanedanı olarak adlandırmıştı. Hatta Türk adının kendisi ve ifade ettiği varlık bile, bir anlamda İslami niteliktedir. İslamlıktan önceki yazıtlarda Türk sözü gözükmekte ise de, birbiriyle akraba step kavimlerinden sadece birini ifade eder. Bütün grubu ve belki de bizzat böyle bir grup kavramını kapsamak üzere genelleştirilmiş bir kullanılışı İslamlıkla başlar ve İslamlıkla özdeş bir hale gelmiştir; tarihi Türk milleti ve kültürü, hatta bir bakıma dilin kendisi, son bin yıl içinde mevcut olduğu şekliyle, hep İslamlık içinde doğdular. Bugüne kadar Türk deyimi, putperest Çuvaş ve Hristiyan Gagavuzlar gibi Türk aslından ve dilinden olsalar veya İstanbul Hristiyanları ve Yahudileri gibi bir Türk devletinin vatandaşı bulunsalar bile, Müslüman olmayanlar hakkında hiçbir zaman kullanılmamıştır. - Modern diktatörlerin en küçükleri bile, Arap halifelerinin, Pers şahlarının ve Türk sultanlarının en büyüğünden daha güçlü bir denetime sahiptir.
- Kendi toprağına sahip yerel Hıristiyan yönetici sınıf bile, bir zamanlar zannedildiği gibi tamamen yok edilmedi. Bir ölçüde endi topraklarında yaşamalarına izin verildi ve Osmanlı sistemi içine dahil edildi. On beşinci yüzyılda Arnavutluk?ta hâlâ tımar sahibi Hıristiyan beyler mevcuttu. Gerek o dönemde, gerek daha sonraları Rumeli?den gelen Hıristiyan askerler hem üst sınıfa mensup feodal süvariler hem de sıradan askerler olarak Osmanlı kuvvetleriyle birlikte savaşlara katıldılar. (s. 8)
- Kanun ve hiyerarşi üzerine kurulu Osmanlı Devleti bazı bakımlardan, tasnif kabul etmeyen ve değişim gösteren klasik İslam toplumundan çok, cumhuriyete daha yakındı. (s. 27)
- Neredeyse hepsini, ama tamamını değil; zira müttefik savaş gemilerinin koruması altında bir Yunan ordusu Mayıs 1919?da İzmir?e adım attığında, Türklerin kor halindeki öfkesi nihayet söndürülmesi mümkün olmaya bir ateşe dönüştü. Yabancıların yerleşik olduğu uzak vilayetlerin kaybedilmesi sineye çekilebilir, hatta başkentin işgal edilmesine dahi tahammül edilebilirdi, zira işgalciler yenilmek bilmez Batı?nın büyük ve muzaffer güçleriydiler. Askerleri er ya da geç geldiklere yere geri döneceklerdi. Ama Türk Anadolu?nun tam kalbine eskiden onlara tabi olmuş bir komşu halkın yerleştirilmesi tahammül sınırının ötesinde bir tehlike ve hakaretti. (s. 326)
- İslamiyet?e geçmiş farklı halklardan hiçbiri, kendi ayrı kimliğini İslam ümmeti içinde eritme konusunda Türklerin eriştiği noktaya varamamıştır. İleride göreceğimiz gibi, Türklüğe dair öz benliğin bazı izleri devam etmiş olsa da, Türkler kendi İslam öncesi geçmişlerinden pek az hatırayı ellerinde tutmuşlar, Türk ile Türk olmayan arasına hiçbir ırk engeli yerleştirmemişlerdir. (s. 445)
- 1876 ve 1950 yılları arasında on dört genel seçim yapıldı. İkisi birinci Meşrutiyet zamanında, dördü ikinci Bernard LewisMeşrutiyet zamanında, geri kalanları da büyük Millet Meclisi döneminde gerçekleşti. 1877 ile 1908 arasında hiç seçim yapılmadı. Bu on dört seçimden sadece beşi, yani 1908, 1912, 1919, 1946 ve 1950?de yapılmış olanlarda birden fazla parti mücadele etti. Bu beşi içinden sadece bir tanesi, 1950 seçimi, muhalefetin zaferi ve iktidarın el değiştirmesiyle sonuçlandı. (s. 513)
- Bu kardeşlik gruplarına ve onların derviş rehberlerine halk yardım ve rehberlik almak için yüzünü dönüyordu. Bu konuda yerleşik İslam yetersiz ve eksik kalıyordu. Gösterişsiz cami ibadetlerine eklenmek üzere, tekkelerde müzik, şarkı ve dansın da yardımıyla insanı vecde sürükleyen zikirler yapılıyordu. Ulemanın ilmî soğukluğunu telafi etmek için dost, mürşid ve rehber dervişin sıcak ve kişisel etkisi vardı. İnsan ile tanrı arasındaki soğukluğu gidermek için evliyalar, aracılar, mübarek kişiler vardı. Tanrı?yla mistik bir biçimde bir olma umudu vardı. (s. 547)