Murat Belge
- Doğum: 1943
- Mehmet Murat Kadri Belge (d. 16 Mart 1943, Ankara) Türk yazar, çevirmen, siyasi aktivist ve akademisyen. Sanatçı Hale Soygazi'nin eşidir.
Ankara'da, işadamı ve Demokrat Parti milletvekili Burhan Belge'nin oğlu olarak doğdu. Yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu'nun yeğenidir. Nişantaşı'nda High School'da yatılı öğrenim gördü ... (devamı)
- Hesaplaşılmayan tarih, tarih olamıyor, hortlak oluyor. Aramızda, zincirlerini şakırdatarak varolmaya devam ediyor.
- Romanın kullandığı dil, bütün öbür edebî türlerdekinden daha gösterseldir (referential). Bu yüzden roman, çevirisi en kolay yapılabilen türdür ve gene bu yüzden bazı büyük romancıların -Dostoyevski gibi- üslûbu bayağı kötü olabilir.
- Atılgan'daki aksaklık, Freud kuramının belli bir roman kişisine uygulanmasıyla o kişinin bir gerçeklik ve yaşarlık kazanacağını sanmak yanılgısı. Çocukluk komplekslerinin üzerinde o kadar fazla, hatta eserin tasarlanmış bildirisini zedeleyecek oranda duruyor ki, zaman zaman, bir hastanın klinik raporunu okur gibi oluyoruz. Paul Goodman'ın kişilik tanımlaması, aylak adamın gerçek bir kişiliği olduğuna inanamayışımın nedenini açıklar: "Sentiment, kişinin geçici durumlar karşısında gösterdiği tepkidir -tepkisi bir düşünce, duygu, eylem ya da bunların karışımı olabilir. Tutum, nesneler karşısında kişinin daha kalıcı olan duygusu, kanıları, bağıtlanma ya da yadsımasıdır. Ama kişilik, tutumları arasından ortaya çıkan birliktir." "Sentiment"ı ve tutumu görüyorum aylak adamda, ama kişiliğe varacak bir bileşim pek yaratmıyor tutumlar.
Yani, ister stereotipler, ister karmaşık kişiliği olan sözde-karakterler, ister psikolojik tutarlığı olan kişilerle çalışsın yazar, ilkin somut insandan yola çıkmadıkça, ne yapsa tutmuyor. - Çünkü kendinin bilincinde olan kişi Güldürü Kişisi olamaz.
- Bize özgü toplumsal tarih, acaba bize özgü bir estetik ele alış biçiminin doğmasına da yol açabilir mi?
- Amerikalı kadın romancı Mary McCarthy, 1960 ve 61 yıllarında Partisan Review'da yazdığı, romanda olguları ve romanda karakterleri incelediği, klasikleşmiş iki yazısında, yirminci yüzyılın ikinci yarısında roman sanatının öldüğü yargısını veriyor ve bunun nedenlerini inceliyordu. McCarthy'ye göre roman gerçeklikle çok yakın bir ilişki içinde varolur ancak. Eski romancılar, romanla olgular dünyası arasındaki bu zorunlu bağa karşı çıkmamış, hatta ondan özel bir şiir bile çıkarmışlardı. Balzac'ın olgulara tutkusu zaman zaman patolojik bir dereceye yaklaşırdı. Tolstoy, Dostoyevski, Dickens, hiçbir zaman olgulardan kopmadılar. Jane Austen'da, yemek listelerinden gelir cetvellerine kadar türlü olgu vardır. Oysa şimdi, dünya git gide inanılmaz hale geliyor. Hiroşima'ların ve Auschwitz'lerin olduğu bir dünyada, gerçeklik nedir? Şöyle diyor McCarthy: "... görülüyor ki, sağduyuya dayanan roman, başlıca özelliği gerçekdışılık olan modern dünyayı kapsamaya en az yatkın olan edebiyat biçimi. Anladığım kadarıyla romanın ölmekte oluşunun nedeni de bu. Bugün yazılmakta olan, malzemesini yükseltmek ya da 'derinleştirmek' için içine mitler veya simgeler şırınga edilmiş şişirme romanlar bir kaçmadan ya da kendini övmeden başka bir şey değil."
- 1