- Hangi heykelci yarattığı heykele bir de tutup aşık olmaz!
- Hangi heykelci yarattığı heykele bir de tutup aşık olmaz!
- O da anlamıştı herhalde ikimizden bir adam olacağını, benimle konuşulacağını seninle yaşanılacağını...
- İşte milattan sonra ilk yüzyılda Nihal! Daha sonra mı? Sonra onun her şeyini ezberledim ben! Aramızda bildiğimiz bütün dillerde geçen bir konuşma başladı. O konuşmayı kesmek, en azından benim için mümkün değildi.
- Neden bir de rüya görürüz? Her şey olup bittikten sonra neden bir de rüya görürüz? Karmaşanın, keşmekeşin, hayatın yorucu zenginliğinin içinde eksik kalan nedir ki, uykunun kuytusunda ille de tamamlanması gerekir? Rüyamızda, birbiriyle ilgisiz gibi görünen ayrıntıları bilincimiz önden gürültülü bir lokomotif gibi çekip bir yere, örneğin bir anlama mı götürür? Yoksa o ayrıntılar bilincimizin balonuna batan iğneler midir?
- Her şeyin geçip gittiğine, yaşadıklarımızın geçmişte kaldığına kim inandırabilir bizi? Anılarımızı avuç dolusu su gibi her sabah yüzümüze çarpmanın işe yaramayacağına kim inandırabilir?
- benden okumak için kitap önermemi isteyenlerin kalbimi de istediklerini sanıyordum; hâlâ öyle.
- Sen dostum, sen hiçbir şey belli etmiyordun. Bilirim, ulaşamamak seni altüst etmez, sen ulaştığın şeyi kaybedersen dağılırsın.
- Ayakta hareketsiz duruyorduk, Her şey çok çocukça ve çok keder vericiydi. Aklıma sevdiğim bir romandan bir cümle gelmişti. Kederin bizi başrole taşıdığı, ikimiz dışında her şeyi cılız bir manzaraya dönüştürdüğü o anda, cümleyi kendimce yeniden kurdum. Bizim büyük çaresizliğimiz Nihale âşık olmamız değil, sesimizin dışarıdaki çocuk seslerinin arasında olmayışıydı. Asıl çaresizlik buydu. :(
- ''Zor, kötü ya da sevgisiz geçen çocukluk günlerinizde vücudunuza batan dikenleri, kıymıkları öpe okşaya çıkaracak bir kadın düşünüyorsunuz, sevgiden anladığınız bu!'' (Sf: 42 - İletişim Yay - 3. Baskı)